Gülcan Dereli/ AKADEMİ TASFİYE VE KAYYUM KISKACINDA (4)-Yeni Yaşam
Akademisyen Lütfiye Bozdağ ve Tahsin Yeşildere akademideki yozlaşmayı ve eril tahakkümü değerlendirdi
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın AKP’den milletvekili aday adayı olmuş Prof. Dr. Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyum rektör olarak ataması Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerinin tepkisini çekti. Boğaziçi’nde yaşananlardan dolayı akademinin halini mercek altına aldık. Dünyada böyle rektör atama örnekleri var mı? Akademinin şu anda içinde bulunduğu durum ne? Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile akademisyenlerin görevlerine son verilmesi üniversiteleri nasıl etkiledi? Üniversitelerde artan intihaller, liyakat sistemlerinin yıkılması, artan taciz ile kadın akademisyenlerin yaşadığı zorluklar, üniversitelerin neden özgür ve özerk olması gerektiğine dair birçok sorunun cevabını aradık. 4 bölümlük dosyamızın son bölümünde Barış Akademisyeni Lütfiye Bozdağ, akademideki erkek egemenliğini, Prof. Dr. Tahsin Yeşildere akademiye müdahalenin arka planını ve ahbap-çavuş ilişkilerini değerlendirdi.
Akademide geçmişe oranla kadınlara yönelik taciz iddiaları da arttı. Bunun hükümetin izlediği erkek egemen siyasetle bağı var mı?
Barış Akademisyeni Lütfiye Bozdağ: Aslında akademide taciz hep vardı ancak kadınlar bunları paylaşma cesareti gösteremiyorlardı. Özellikle son 20 yıldır Türkiye’de güçlenen kadın hareketi, kadın dayanışma dernekleri, taciz, tecavüz ve erkek şiddetine uğrayan kadınlara cesaret verdi. Uğradıkları tacizi sosyal medyada paylaşmaya ve deşifre etmeye, savcılıklarda suç duyurusunda bulunmaya başladılar.
Geçmişe oranla taciz, tecavüz ve kadına yönelik şiddetin arttığını söyleyebiliriz; oysa azalması gerekir bunun siyasetle doğrudan ilgisi var, o nedenle “Kadın cinayetleri politiktir” diyoruz. Eril iktidar ve eril siyaset erkeklere cesaret veriyor. Cinsel saldırı suçlarında erkek yargının, eril anlayışın sonucu olarak verilen mahkeme kararlarında erkeği koruması, ceza indirimi vermesi, haksız tahrik indirimleri ile yargının şiddeti meşrulaştırdığını bu durumun da erkekleri cesaretlendirdiğini görüyoruz.
Kadına yönelik taciz, tecavüz ve şiddet suçları ortaya çıktığında eril iktidarlar ister akademide, ister hukukta her yerde erkeği koruyan, kadını suçlayan bir yaklaşım sergiliyor. Üniversitelerde “profesör-asistan, öğrenci-öğretmen” ilişkisinde hiyerarşik bir yapılanma var. Erkek akademisyenler yetki ve gücü tacize dönüştürebiliyor. Örneğin bir üniversitede 10 öğrenciyi taciz ettiği iddia edilen akademisyenin soruşturması 2019’dan beri sonuçlandırılmıyor, dosyaya gizlilik getiriliyor. Dekanlık tarafından yürütülen soruşturmayla ilgili bilgiler kamuoyu ve öğrencilerle paylaşılmıyor. Tacizde bulunan erkeklerin yargılanmasında iyi hal indirimleri, beraatlar, davanın düşürülmesi, tahliyeler gerek akademik kurumların içinde gerekse hukuki süreçte erkek dayanışmasını gösteriyor.
Kadın akademisyenler neler yaşıyor, engeller ve üniversitelerde cinsiyetçilik ne durumda?
Türkiye akademisinde erkek egemen ve cinsiyetçi bir tavır olduğunu söyleyebiliriz. YÖK’ün 2019 verilerine göre, Türkiye’de yaklaşık 79 bin kadın akademisyene karşılık 96 bin erkek akademisyen görev yapıyor. Profesör unvanını alan kadın akademisyen sayısı 9 bin, erkek akademisyen sayısı ise 20 bin. Doçent ve doktoralı öğretim üyeleri arasında erkekler kadınlardan 8 bin fazla. Toplam 129 devlet üniversitesinin sadece altı tanesinin rektörü kadın. 72 vakıf üniversitesinde 12 kadın rektör görev yapmaktadır. Bu verilere baktığımızda akademideki cinsiyet eşitsizliğini rahatlıkla görüyoruz. Cinsiyet eşitsizliği aynı zamanda akademik erilliği yeniden üretiyor. Eril akademi cinsel taciz ve saldırılar karşısında eril dayanışma ile erkekleri koruyor. Akademide hakkını arayan, muhalif kadınlar, akademi erki tarafından “agresif feminist” olmakla itham ediliyorlar. Bütün bu zor şartlar altında kadın akademisyenler örgütlenerek haklarını arıyor ve kadınlar arası dayanışmayı büyütüyorlar. Feminist akademisyenler kadın örgütleriyle birlikte mücadele ediyor.
Akademilerde yozlaşma ve çürümeye yönelik ciddi tepkiler var, siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- yüzyıl başı itibarıyla Türkiye’de üniversite eğitimi alan gençlerin sayısında artış görüldüğünü, üniversitelerin, öğretim elemanlarının da sayısının arttığını söyleyebiliriz. Ancak bu niceliksel artışa karşın niteliksel bir ilerleme sağlanamadığını da belirtmek zorundayız. Bilimsel ilerlemenin göstergelerinden biri olan bilimsel yayın sayılarına bakıldığında Türkiye akademisinde üretilen bilimsel çalışmaların sayısı son 20 yılda epeyce artmıştır ancak bu çalışmalar ve yayınların etki değerleri ve aldıkları atıf sayısının ise çok düşük olduğu görülmektedir. Bilimsel çalışmalarda artan şaibeli/sahte, intihal oranları kaygı verici boyuttadır. Her üç lisansüstü tezden birinin “ağır intihal” içermesi bu niteliksizliğin göstergelerinden sadece biridir. Bazı araştırmalar ve tezler özellikle Kürtler ile ilgili olanlar kabul edilmemekte, sansüre uğramakta ve engellenmektedir.
AKP iktidarı boyunca 2002-2021 döneminde üniversitelerde artan baskı ve yaptırımlar her alanda nitelik kaybına yol açmıştır. Son yıllarda her kente bir üniversite açılması ve vakıf üniversitesinin sayılarının artmasıyla birlikte çoğu üniversitenin evrensel anlamda üniversite vasfını taşımadığını da söylemek zorundayız. TÜBİTAK gibi kurumlarla eğitim sistemini sanayinin ihtiyaçlarına göre düzenleyip sermayenin hizmetine açmışlardır.
Yani akademinin içinin boşaltıldığını söyleyebilir miyiz?
OHAL dönemi uygulamaları bahane edilerek üniversitelerde özgür düşünceye ve ifade özgürlüğüne yönelik müdahaleler artmıştır. 1 Eylül 2016’dan itibaren OHAL ile ilan edilen 12 KHK ile yükseköğretim kurumlarındaki görevlerinden 6 bin 81 kişi ihraç edilmiştir. 11 Ocak 2016 tarihinde kamuoyuna duyurulan “Barış İçin Akademisyenler” bildirisine imza veren akademisyenlerinden 406 öğretim elemanı çalıştıkları kurumlardan ihraç edilmiş, ihraç edilen öğretim elemanlarının pasaportlarına el konulmuş, kamuda çalışmaları ve akademisyen olarak mesleklerini icra etmeleri yasaklanmış, sivil ölüme mahkûm edilmişlerdir.
Türkiye’de bugün akademik özgürlükler ağır bir darbe almış, bilim itaatsiz olana ihtiyaç duyması gerekirken üniversite bürokratlarına, YÖK’e ve siyasal iktidara biat eden akademisyenler ödüllendirilmiş, muhalif olan akademisyenler ise cezalandırılmıştır.
Günümüzde Türkiye üniversiteleri özgür düşüncenin ve bilimin üretildiği laik ve çağdaş eğitim kurumları olmaktan çıkmış; vasatlığın, dogmanın, intihalin kol gezdiği bir yozlaşma ve çürümeye terk edilmiştir. En son Boğaziçi Üniversitesi’ne tepeden inme bir kayyum rektör atanmış, buna karşı çıkan öğretim elemanları ve öğrencilerin gösterilerini engellemek için üniversite kapısına kelepçe takılmıştır. Türkiye’de üniversitelerin akademik, idari, mali açıdan özerkliğe kavuşması ve bilimsel alanda ilerlemeler kaydetmesi ancak ve ancak bağımsız, özerk, özgür ve ırkçı, cinsiyetçi olmayan bir üniversite ortamıyla mümkündür.
30 bin yabancı dil sınavı hırsızlığı var
Öğretim Üyeleri Derneği (ÜNİVDER) Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Tahsin Yeşildere, üniversitelerdeki yabancı dil hırsızlıklarını ve AKP’nin türban konusunu nasıl akademiye mal ettiğini ve bunun üzerine nasıl akademiyi vesayet altına aldığını anlattı.
İktidar neden akademiye müdahale ediyor? Tarihi seyri nasıl? Başörtüsü üzerinden nasıl bir müdahale yolu izlendi?
Türkiye’de üniversal sistem 1980 askeri darbesiyle günah keçisi olarak görüldüğü için o süreç içerisinde üniversiteleri zapturap altına almak, tek tipleştirmek, bütün üniversiteleri tek merkezden yürütmek gibi bir model ile yola çıktılar. Ve YÖK’ü kurup 1982’de 2547 sayılı yasayla da rektörleri tepeden atamaya başladılar. Birkaç özel üniversite kurulmuştu. Onlar da kısa sürede kapanmıştı. Devlet üniversitelerinin bir geleneği olduğu için fazla etkilenmemişti. Rejimin zapturaptından dolayı 90’lı yıllardan itibaren de YÖK ile mücadele başlanmıştı. Öğretim üyeleri örgütlenmişti ve mücadele etti. Her gelen siyasi iktidar; üniversiteleri demokratikleştireceğiz, özerk yapıya kavuşturacağız dese de hepsi üniversitelerde kendi görüşlerini dizayn etmeye çalıştı. 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde aynı şekilde üniversiteleri YÖK’ten kurtaracağız gibi şiarla yola çıktı. Ancak hayata geçirmedi. AKP’nin iktidara gelmesiyle birlikte öncelikle türban konusu üniversiteye ihale edildi, üniversitenin sorunu olmadığı halde çünkü siyasi sorundu. 2547 sayılı yasada, öğrenci disiplin yönetmeliğinde, çıkarılan yasalarda olsun, üniversiteye kıyafeti onlar belirliyordu. Siyasilerin kendi içindeki mücadelesi, üniversitelerin kendi içinde bir sorunmuş gibi bir durumla karşı karşıya kalınmıştı. Bunun siyaseten çözülmesi gerekiyordu. Ancak o dönemde de üniversitelerin özgürlük ve demokrasi anlayışında farklılıklar vardı. AKP de bunu çok iyi kullandı. Üniversitelerde hiç olmayacak şekilde rektör atamaları o süreçlerde kendisini gösterdi. Cumhurbaşkanlığı YÖK’ü ele geçirdikten sonra üniversitelerde AKP siyasetinin örgütlenmesi, AKP görüşündeki insanların atanma suretiyle dini vesayet altına girmesi hızlandı.
Her ilde bir üniversite açıldı. Bunun akademiye etkisi ne oldu?
Üniversiteler her ilde AKP iktidarının istihdam alanı haline geldi. Her ilde üniversite açılmasıyla birlikte ve bu şekilde örgütlenmeye başladı. Necdet Sezer de rektör seçiminde birinci sıradaki adayları genelde atamıyordu. Üniversitelerin demokratik seçimlerine o da riayet etmiyordu. Ondan sonra Abdullah Gül cumhurbaşkanı oldu. Bu da üniversitelerin AKP vesayeti altına girmesini hızlandırdı. Bunu önce Abdullah Gül yaptı. Arkasından Recep Tayyip Erdoğan cumhurbaşkanlığı sürecinde bunu çok iyi kullandı. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi modelinde tamamıyla yozlaşmış durumda devam ediyor.
Boğaziçi’nde öğrencilerin kararlı duruşunu nasıl karşılıyorsunuz?
Bu üniversal sistemin bütün çıplaklığıyla toplumun önüne, görüşüne açan bu Boğaziçi’ndeki eylemler oldu. Böyle bir karşı çıkış uzun yıllardır olmadığı için önemsiyorum. Biz de Üniversite Üyeleri Derneği olarak bu atamaya karşıyız ve demokratik eylemleri destekliyoruz. Ayrıca Cumhurbaşkanı’nın öğrenciler üzerindeki değerlendirmesine de katılmıyorum. Üstün teknoloji kurabilecek, sosyal ve toplumsal sorunlara çözüm bulabilecek yer üniversitelerdir. Üniversitelerin özgür olması kaçınılmazdır. Üniversiteler bugün rektörün söylediği gibi bu neo-liberal politikaların ön gördüğü şekilde yönetilemez.
Akademiye alımların ahbap-çavuş ilişkisi üzerinden yürüdüğünü söyleyebilir miyiz?
Birçok üniversitede olmadı belki ama bazı üniversitelerde oldu. Ama AKP kendine yakın siyasi görüşteki idari personeli kurduğu her üniversiteye atamada büyük gayret gösterdi. Bir de akademik yükseltmelerdeki kriterlerin yabancı dilde dahil iyice aşağıya çektiler. Öncelikle jürilerin oluşmasında ahbap-çavuş ilişkileriyle bilim ve liyakati olmayan birçok atamalar yapıldı. 30 bine yakın yabancı dil sınavı hırsızlığı var. Yabancı dil sınav hırsızlığı yaparak dil sınavını alan akademisyenler hakkında soruşturma açılacaktı, 30 bin dosya incelenecekti, üniversite böyle bir komisyon kurmuştu, o komisyona görev yaptırmadılar, lağvettiler. Ve yine Melih Bulu için YÖK sayfasına girdiğiniz zaman orası bembeyaz görünüyor. Bulu hakkında hiçbir veri bulamıyorsunuz. Liyakata dayalı atamaların olmadığını görüyoruz, insan bunu söylerken de utanması gerektiğini düşünüyorum ama maalesef öyle bir duygu da kalmadı.
Ama burada özenle duracağımız 129 devlet üniversitesi ve 80 (üniversite sayısı 209), vakıf üniversitesi var. Hiçbiri ses çıkaramıyor. Yani hiçbir üniversitenin senatosundan, rektöründen, Boğaziçi’ndeki bu atamaya karşı bir söz bile söylenmiyor. Bu da şunu gösteriyor: Bütün üniversiteler AKP siyasetinin vesayeti altında. Şimdi böyle bir üniversite yapısında akademik özgürlüklerin olmadığı, düşünce ve ifade özgürlüğünü istediği şekilde kullanamadığı, özgürce bilim ve araştırma üretemediğinde Türkiye’nin hiçbir sorununa çözüm üretmeyen bir üniversite konumuna gelme durumu var. Bu çok açık. Ne Kürt sorununda ne Alevi sorununda ne de var olan etnisite grupları üzerinde araştırmada veya diğer sorunlar üzerinde, ekonomik çıkmazın olduğu son zamanlarda gerçek araştırma yapılabilecek.
19 Ocak 2021 Sali – https://yeniyasamgazetesi3.com/akademide-eril-hakimiyeti-var/