SUÇA ORTAK OLMAYANLARIN HAKİKATİ- Dosya 4
Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararı ile bir kez daha gündeme gelen Barış Akademisyenleri’ne dair okurlarımız için bir yazı dizisi hazırladık. Yazı dizimizin ilk bölümünde, ne dediler de bu kadar yoğun baskıya maruz kaldılar ve yaşadıkları hukuksal süreci özetledik. Yazı dizimizin devamında ise Barış Akademisyenleri’nin kendi anlatımları, hikayeleri, kayıpları, zorlukları, dayanışmaları yer alacak. Kendi kalemleriyle hikayelerini yazacaklar. Son olarak Türkiye’nin toplumsal bilincine her alanda katkı sunan bu zihinlerin makalelerine yer veriyoruz. Uzmanlık alanları üzerinden ülkenin içinde bulunduğu durumu yorumladılar, analiz ettiler. Yani kendilerini ve ülkenin halini anlattılar.
Ayrıldığım günü unutamam
Ahmet Özdemir Aktan
“Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı metin aslında yüzlerce benzerinden çok da farklı değildi. Ancak daha mürekkebi kurumadan Cumhurbaşkanı tarafından saldırıya uğraması bir anda bildiriyi gündeme getirdi ve metin “Barış Akademisyenleri” metni olarak şöhrete ulaştı. Ancak elbette şöhretin bir bedeli olacaktı ve oldu da. Aralarında benim de olduğum binlerce akademisyen kamu görevinden uzaklaştırıldı ve birçoğuna adliye koridorlarının yolu gözüktü.
İnsan kıyımına devam edildi
Bu metne imza atanlar fikri olan ve fikrini ifade etmekten çekinmeyen akademisyenlerdi. Elbette haberi olduğunda bu metne destek verecek binlerce akademisyen de vardı ve bunlardan binden fazlası “İkinci imzacı” olarak aynı metne imza attıklarını belirttiler. Barış isteyen bir metne siyasi görüşü ne olursa olsun katılmayacak bir insan düşünemeyeceğimize göre imza verenlerin akademik yaşam ve değerlere önem veren, üniversiteyi bir bilim ve düşünce ortamı olarak algılayan kısaca olması gereken akademisyenler olarak tanımlamak yanlış olmaz. Bu süreçte bu akademisyenler çalıştıkları kurumlardan uzaklaştırıldı. Aralarında benim gibi akademik hayatta uzun yıllar geçirenler olduğu gibi, akademi yaşamın hemen başında olanlar da vardı. Türkiye veya herhangi bir ülke yetişmiş elemanlarını kolayca harcayacak bir lükse sahip değil. Eğer Türkiye ulaşmak istediği noktaya ulaşmak istiyorsa bu ancak eğitimli ve bilinçli insanlarla olacaktır. Yaşanan süreç buna telafi edilmesi zor bir darbe vurdu. Üstelik de korkum bu günlerin öcünü almak adına bu günleri yaşatanların da aynı süreçten geçerek insan kıyımına devam edilmesidir. Bu ülkenin her konuda barışa gereksinimi var.
Bildirinin suç sayılması üzücü
Şubat 2016 da 28 yıldır öğretim üyesi olarak kesintisiz olarak çalıştığım Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesinden bir KHK ile ihraç edilmem ve daha sonraki dava süreci sonunda 15 ay hapis cezası almam beni elbette üzdü. Beni üzen esas nokta ise yayınlanan metnin bir suç unsuru taşımaması ve yapılan haksızlık oldu. İhraç benim gibi meslek hayatının sonlarına yaklaşmış bir akademisyen için daha az travmatik olmakla birlikte önlerinde uzun ve parlak bir yaşam bulunan genç akademisyenler için başka bir anlam taşıyordu. Üstelik de ben bir Genel Cerrahi Profesörü olarak hekimlik gibi bir niteliğim vardı.
Özeller iş vermeye korkuyor
Tuhaf bir şekilde Eylül 2015’te ilk ihraçlardan sonra Sağlık Bakanlığı ihraç edilen hekimlerin özel sektörde çalışabileceği yönünde bir genelge yayınlamıştı. Tuhaftı zira ihraç edilen hakim, avukat, polis ve öğretmenlere böyle bir imkan tanınmamıştı. Bizler damgalanmış olduğumuz için herkesin gölgesinden korkar hale geldiği ortamda bazı özel hastaneler KHK’li hekimlere iş vermeye de korkuyordu. Benim daha önce de çalıştığım kurum ise benim özgürce hekimliğimi sürdürmeme olanak sağladı. Üstelik emeklilik hakkımı da çoktan kazanmış olduğum için emekli de oldum. Halen de çok sevdiğim hekimlik ve genel cerrahlığımı sürdürüyorum. Bir klinisyen olarak benim böyle bir şansım oldu. Halk sağlığı uzmanı, adli tabip gibi klinisyen olmayan hekimlerin maalesef böyle bir olanağı da yoktu.
Uğurlama törenini unutamam
Bu tür süreçlerde dayanışma çok önemli bir hale geliyor. Bana en kuvvetli desteği İstanbul Tabip Odası (İTO) ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) verdi. 2006-2010 yılları arasında İTO Başkanlığı, 2010-2014 yılları arasında ise TTB İkinci Başkanlığı ve Merkez Konseyi Başkanlığı görevlerini yürütmüştüm. Marmara Üniversitesi’nden ayrıldığım günkü desteği unutamam. Coşkulu ve kalabalık uğurlama törenine öğrencilerim, asistanlarım, meslektaşlarımın yanında hastalarımın da katılmış olması bana ayrı bir gurur verdi. Meslek odamın hukuki ve manevi desteği hep başımı yukarıda tutmamı sağladı. Eşim ve iki çocuğum hep benim yanımda oldu. Uzun sayılacak bir süre Tabip Odası yöneticiliği yapmış olduğumdan mahkemelere gitmeme zaten alışmışlardı. İhraç da şaşırtıcı sayılmazdı.
Yazarlık deneyimi
İhraç sonrası hayatımdaki en önemli ve güzel gelişme ise yazarlığa başlamam oldu. Hemen sonrasında benimle birlikte Marmara Eczacılık Fakültesinden ihraç olan Filiz Arıöz’ün desteği ve zorlaması ile ihraç edilen 15 akademisyen ihraç öykülerimizi “Akademisyenlerden KHK Öyküleri” isimli kitapta topladık. Daha önce birçok bilimsel makale ve sağlık konusunda gazete makaleleri yazmış olmama rağmen öykü yazmak benim için yeni bir deneyim oldu. Bundan aldığım güç ile de 2006-2010 yılları arasına İTO Başkanlığım sırasında yaşadıklarımı bir anı kitabında topladım
Ülkemizde anı yazma alışkanlığı çok az. Aynı sorun Tabip Odaları için de geçerli elbette. Halbuki sürekli olarak olayların bizzat içinde yaşayarak tarihe tanıklık ediyoruz. O dönemde de Ergenekon Davaları, Cumhuriyet Mitingleri gibi olayların tam ortasındaydık. En azından tarihe not düşmek adına bunların yazılması gerektiğine inandım. Şimdi de 2010-14 arasında TTB yöneticiliği yaptığım dönemi kaleme alıyorum. Elbette o dönemin en önemli olayı da Gezi Direnişi idi.
Barış talebimden asla vazgeçmem
Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki görevinden KHK ile ihraç edilen Prof. Dr. Ahmet Özdemir Aktan, İstanbul Adliyesi’nde 32. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandığı davadaki beyanın bir bölümünde şu ifadelere yer vermişti: “Bugün burada hekim olarak görevimi yerine getirdiğim, insanların ölmemesi için bir çağrıya imza attığım için yargılanıyorum. Barış istemi bir hekimin asla vazgeçmeyeceği bir taleptir. Bir kez daha ve ısrarla Kürt sorununda çözüm için adımların atılmasını, barışın sağlanmasını ve daha fazla insanın ölmemesini istediğimi yineliyorum.”
Yan yanayız sözümüzün arkasındayız
Filiz Arıöz
Yapılan bu hukuksuzluğun kısa ve uzun vadede kamuya zararı olduğunu düşünüyorum. Bu insanlar yaşamda kalmanın yolunu bir şekilde bulurlar, buldular da zaten ama onları hiç tanıyamamış bu nedenle farklı bakış açılarını, sahibinin sesi olmayan düşünce ve bilimsel yaklaşımları görememiş öğrenciler, etkileşimleri yarım kalmış öğrenciler, akademik hayata yeni başlamış meslektaşları ve hatta etkileşimde oldukları, dokundukları birçok kişinin de bu hukuksuzluğun mağdurları arasında olduğunu düşünüyorum.
Bedel ödendi
Bu insanlar suya sabuna dokunmadan zaten hakkıyla yaptıkları uzmanlık alanları ile ilgili araştırmalarını herhangi bir sıkıntı yaşamadan ve yaptıkları işi iyi yapıyor olmanın verdiği tatminle yapmaya devam edebilirlerdi. Bunu yapmak yerine önemli toplumsal bir sorunla ilgili fikir beyan ettiler. Bir bilim insanı bir akademisyen ve bir aydın sorumluluğuyla davrandılar. Kafalarını laboratuvarlarından, bilgisayarlarından, kitaplarından kaldırıp etraflarında olup bitene tepki verdiler. Taraf olmaya zorlanan, masum insanların çocukların yaşam haklarını savundular ve vatandaşı oldukları devlete bu insanların yaşam hakkını koruması gerektiğini, bunun görevi olduğunu hatırlattılar. Barışın kendisinin çözüm için en iyi bir yol olduğunu ifade ettiler ve terörist ilan edildiler. Üniversitelerden uzaklaştırıldılar. Özetle gerçek bir bilim insanı sorumluluğuyla davranmanın bedelini ödediler.
Yaşananlar unutturulamaz
Yapılan haksızlığı ve hukuksuzluğu unutmamak ve unutturmamak için her fırsatta ve tekrar tekrar yazmak çizmek anlatmak gerekir diye düşünüyorum ki imzaya konu olan olaylar ve bize yaşatılanlar unutulmasın yapılan kötülük ve hukuksuzluklar tekrar yaşanmasın. Örneğin Marmara Üniversitesi Rektörü’nün soruşturmacı heyetin baskısıyla idari soruşturma sonuçlarını hukuksal süreci işletmeden gizli saklı devlet memurluğundan çıkartma talebiyle YÖK’e göndermesi ve 7 Şubat 2017’de 686 nolu KHK ile ihraç edilmemiz. İhraç haberimi gece saat 23.30 aldığımda, ertesi gün gireceğim dersin notlarını gözden geçiriyordum. Yirmi yıldan fazla zamandır her gün gittiğim fakülteye, laboratuvara alınmadım. Güvenlik eşliğinde odama gittim. Yakinen tanıdığım dekan fakülteye girmem için inisiyatif kullanmak istemedi. Basın açıklaması yapmak için gittiğimiz Göztepe Kampüsü’nde taşlı, sopalı saldırıya uğradık.
Katkılarım yok sayıldı
TUBİTAK 3 yıla yakın sorumlu araştırmacı olarak çalıştığım projeden çıkardı. Hatta projeye ait tüm fikri haklarımın yok sayılacağını bildiren bir açıklamanın da yer aldığı cevap yazısını projeden neden çıkarıldığıma dair istediğim yazıya cevaben gönderildi. Proje sorumlusu çıkışımı yapıp yerime birisini almadığı için projeyi durdurdu. İhraç öncesi dönemdeki katkılarımı dahi yok saydı.
KHK’nin getirdiği engeller
Oda arkadaşım istersen bana korkak de korkuyorum tüm çalışmayı sen yaptırdın benim hiç katkım olmadı öğrenci ile kongreye katılacağız senin adını yazamayacağım kusura bakma dedi. İhraç sonrası çalışmalarını dışardan yürüttüğüm doktora öğrencim işinden olabileceği tehdidi altında olduğunu yayına adımı yazamayacağı için çok üzgün olduğunu telefonda uzun bir giriş konuşmasından sonra söyledi. Fakültedeki birçok kişi telefonlarımın dinlenebileceği korkusuyla beni aramadı. Bir iki özel şirket akademik özgeçmişime övgüler düzmekle birlikte KHK’li olmam nedeniyle başvurumu geri çevirdi. Danışmanlık firması olan eski bir öğrencim henüz Türkiye’de ilk olarak yapılmaya başlanacak bir çalışmanın uygulama ve raporlama formunu hazırlamayı ve çalışma programını yapmayı teklif etti ancak gene KHK’li olmam nedeniyle, bir yıldan fazla sürdürdüğüm bu çalışma boyunca hazırladığım hiçbir rapora adım yazılmadı ve sigortam yapılmadı. Fransa’dan önemli bir araştırma bursu kazandım ama KHK’li olmam nedeniyle pasaport çıkartmama izin verilmedi. Bu burs bir yıl bekletildi ancak bu süreçte pasaport ile ilgili bir değişiklik olmadığı için gidemedim. İmzadan dolayı hakkımda ceza davası açıldı ve 15 ay ceza aldım HAGB uygulandı.
Tarihe not düştük
Akademisyenliğe başladığım yıllarda Araştırma Görevlileri Derneği’nde birlikte çalıştığımız arkadaşlarım çok hızlı organize oldular ve bana önemli destekleri oldu. Eğitim Sen’in, Sosyal Araştırmalar Vakfı’nın ve Kadıköy Tabipler Odası’nın dayanışma destekleri benim için oldukça önemliydi. Kadıköy Tabipler Odası’ndan ve imzacı akademisyenlerden oluşan tiyatro topluluğunun okuma tiyatrosu olarak hazırladığı Timsah oyununda da rol aldım ki bu bana önemli bir moral kaynağı oldu. İhracın hemen arkasından 15 akademisyen arkadaşımla yürüttüğümüz öykü kitabı çalışması ile de tarihe notumuzu düşmüş olduk. Bu kitap uğraşısı akıl ve ruh sağlığımı korumama oldukça yardımcı oldu. Bu süreçte tanıştığım imzacı değerli arkadaşım Lütfiye Bozdağ’ın önerisi ile Kadıköy Nazım Kültür’de verdiğimiz Bilim-Sanat ortak seminerlerinin bende dönemin sancılarını azaltan önemli etkileri oldu. Ayrıca gene imzacı akademisyenler ile birarada durma ve farklı disiplinlerle birlikte çalışma pratikleri geliştirmeye çalıştığımız BrAraDa Derneği de benim için önemli bir dayanışma mekanı oldu.
Bize çok zor geldi
İmza ve ihraç arasında geçen bir yıla yakın süre içinde böyle bir durumun olabileceğine ilişkin kızlarımla konuştuk, hazırlandık aslında ama böyle bir hukuksuzluğu kabul etmek üçümüze de çok zor geldi. Kızlarımın varlığı ve desteği onlar için ve onlarla birlikte ayakta kalmam gerektiğini bana hep hatırlattı. Ne yaptığımı ve neden yaptığımı anlamış ve desteklemiş olmaları bir türlü son bulmayan kötülük ve hukuksuzluğa karşı dayanma gücü verdi. Annem hala bilmiyor. Kız kardeşim gerek bu durumu idare etmemde ve gerekse birçok konuda bana çok destek oldu.
BİRARADA ile aktifim
Dışarıdan hala Yüksek lisans ve doktora öğrencilerime danışmanlıklar yapmaya ve uzun yıllardır emek verdiğim SSPE Hastalığı ile ilgili proje çalışmalarına aktif olarak katkı vermeye devam ediyorum. Bir sağlık ve fen bilimci olarak laboratuvarda çalışma imkanım olmadığı için deneysel çalışmalarımı yürütemiyorum. Bu nedenle, farklı disiplinlerle ne tür ortak akademik çalışmalar yapabilirim, bilgi ve deneyimimi hangi toplumsal sorunun çözümüne dönük çabalar içine katabilirim, bu konularda arayışlar içindeyim. Sosyoloji ve Fotoğraf ve Kameramanlık okuyorum, yazmaya devam ediyorum. Proje olarak sunup destek aldığım 4 baskı yapan öykü kitabımızın İngilizce’ye çevirisi bitmek üzere, yurt dışında basımı ile ilgili çalışmalar devam ediyor. BİRARADA Derneği’nde aktif olarak çalışıyorum, ortak projeler kurgulamaya ve yazmaya katkı veriyorum.
Bu sürecin benim için en önemli kazanımlarından olan her biri birbirinden değerli akademisyen arkadaşlarımla, dostlarımla birarada yanyana sözümüzün arkasında durmaya devam ediyoruz.
1 yıl 3 ay hapis!
Marmara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi Temel Eczacılık Bilimleri bölümünden ihraç edilen Yrd. Doç. Dr. Filiz Arıöz’e geçtiğimiz mayıs ayında görülen duruşmasında ‘örgüt propagandası yapmak’ suçlamasıyla 1 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Kararda hükmün açıklanması geri bırakıldı.
Yarın: Aslı Aydemir- Orhan Kaya
31 Ağustos 2019 – https://yeniyasamgazetesi3.com/ayrildigim-gunu-unutamam-gulcan-dereli/