SUÇA ORTAK OLMAYANLARIN HAKİKATİ – Dosya 14
Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararı ile bir kez daha gündeme gelen Barış Akademisyenleri’ne dair okurlarımız için bir yazı dizisi hazırladık. Yazı dizimizin ilk bölümünde, ne dediler de bu kadar yoğun baskıya maruz kaldılar ve yaşadıkları hukuksal süreci özetledik. Yazı dizimizin devamında ise Barış Akademisyenleri’nin kendi anlatımları, hikayeleri, kayıpları, zorlukları, dayanışmaları yer alacak. Kendi kalemleriyle hikayelerini yazacaklar. Son olarak Türkiye’nin toplumsal bilincine her alanda katkı sunan bu zihinlerin makalelerine yer veriyoruz. Uzmanlık alanları üzerinden ülkenin içinde bulunduğu durumu yorumladılar, analiz ettiler. Yani kendilerini ve ülkenin halini anlattılar.
BAK Dava Dayanışma. Çağlayan’da bulunan İstanbul Adliyesi’nde neredeyse her gün bir Barış Akademisyeni’nin davası görülürken, diğer imzacılar da adliye koridorlarında arkadaşlarını yalnız bırakmıyor.
BAK Dava Dayanışma
Türkiye’de 2016 yılının Ocak ayında 100’ü aşkın yurt içi, 350’yi aşkın yurt dışı kurumundan toplam 2212 akademisyen, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metni imzalayarak, Kürt illerinde başta yaşam hakkı olmak üzere, tüm insan hakları ihlallerinin durdurulması, kalıcı barış için müzakere koşullarının hazırlanması ve çözüm yollarının oluşturulması taleplerini kamuoyuyla paylaştı. Ne var ki AKP hükümeti ve onun iktidar bloğu içerisindekiler, kamuoyunda “Barış Bildirisi” olarak bilinen bu metni imzalayan akademisyenleri olabilecek en ağır biçimde cezalandırdı; cezalandırmaya devam ediyor.
Açıklamanın hemen ardından çeşitli illerdeki savcılıklar tarafından başlatılan soruşturmalarla, bu akademisyenlerin bazılarının evlerine ve üniversitelerine baskın yapıldı; 70’i gözaltına alındı. YÖK tarafından gönderilen bir yazıyla, üniversitelerin hemen hemen hepsinde bu akademisyenlere hukuki dayanaktan yoksun disiplin soruşturmaları başlatıldı; onlarcası hukuka aykırı biçimde görevden uzaklaştırıldı; yüzlercesi işini kaybetti. Fotoğrafları, isimleri, sosyal medya ve basında kullanılarak hedef gösterildi. Hatta kimilerinin üniversitedeki odalarının kapılarına çarpılar çizildi; tehdit mektupları, e-postaları ve mesajları aldılar. Bu süreçte, “Terör örgütü propagandası yapmak” iddiasıyla Yrd. Doç. Dr. Esra Mungan, Yrd. Doç. Dr. Meral Camcı, Doç. Dr. Kıvanç Ersoy ve Yrd. Doç. Dr. Muzaffer Kaya tutuklandı. Üç akademisyen 40 gün, bir akademisyen 22 gün tutuklu kaldıktan sonra, davanın ilk celsesinde tahliye edildiler.
‘Sivil ölüm’ şiarı
15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilân edilen OHAL ile 406 barış imzacısı akademisyen KHK’lerle kamu görevinden ihraç edildi. Buna bağlı olarak, akademisyenlerin, eşlerinin hatta çocuklarının pasaportları iptal edildi. Tez jürilerinden, danışma kurullarından çıkarıldılar; akademik ve bilimsel çalışmalarını yayımlatamayacakları koşullara mahkum edildiler; çoğunun doçentlik sınavına girmeleri engellendi; TÜBİTAK projelerinden çıkarıldılar, bursları iptal edildi. Kamu görevinden ihraç edilenlere ek olarak, 188 akademisyen vakıf üniversitelerinde iş akdi feshi gibi yollarla işten çıkarıldı, vakıf ve devlet üniversitelerinden istifaya ya da erken emekliliğe zorlandı. Aslında, tüm bunlar, ‘Sivil ölüm’ şiarının akademiye uygulanmasıydı.
Ancak barış akademisyenleri bunu kabul etmedi ve Eskişehir, Kocaeli, İzmir, Antalya, Ankara, İstanbul, Mardin, Dersim, Urfa, Mersin’de kurdukları dayanışma okulları, araştırma/kültür merkezleriyle bulundukları kentlerde bilimsel, akademik, sanatsal ve kültürel çalışmalar yapmaya devam ettiler. Ülke içinde ve dışındaki akademisyenler, aydınlar, sanatçılar, öğrenciler kısacası emek, eşitlik ve özgürlük talep eden dostlarımız hem “barış talep etmeye” hem de bizlerle dayanışmaya sürdürdü; sürdürüyor.
2023 duruşma
Barış Bildirisi’ne imza veren 2212 akademisyenden 793’ü 5 Aralık 2017’den beri kitlesel olarak, “terör örgütü propagandası yapmak” iddiasıyla Ağır Ceza Mahkemeleri’nde (ACM) yargılanıyor. Oysa dava dosyasında savcı tarafından hazırlanan iddianame, konunun uzmanları tarafından da belirtildiği üzere, maddi gerçeği ortaya koymayan bir ‘kanaatler manzumesi’ olup, herhangi bir bilgi, belge ve kanıtta da sahip değildir. İşin daha da dramatik yanı, şu anda ‘FETÖ mensuplarıyla para pazarlığı yaptığı’ gerekçesiyle açığa alınan savcı İsmet Bozkurt’un kişisel kanaatlerinden ibarettir. Kes-kopyala-yapıştır mantığıyla yanlış bilgileri de dâhil olmak üzere, herkes için aynı biçimde yazılan bu iddianamede delil olarak gösterilen üç belge: Barış Bildirisi, akademisyenlerin 10 Mart 2016 tarihli basın açıklaması ve Bese Hozat’ın 27 Aralık 2015 tarihli, dosyada belgesi olmayan; ama, Barış Bildirisi’yle ilişkilendirilen açıklaması.
Hakkında dava açılanların yarıdan fazlası kadın, yaklaşık üçte biri kamudan ihraçtır. Toplam 61 ayrı ACM’de süren bu davaların 18’i İstanbul Çağlayan Adliyesi’nde, 43’ü diğer illerdedir. İstanbul dışındaki ACM’lerin büyük bir çoğunluğu kendilerinin yetkisizliğine hükmederek, dosyaları İstanbul’a gönderiyor. Sadece Çağlayan Adliyesi’ndeki bu davaların takibi için, haftanın bazen bir, bazen beş, 20 ayda toplam 248 gün mesai yapıldı. Bugüne değin, toplam 2023 duruşma görüldü (Bkz. https://barisicinakademisyenler.net/).
Keyfi uygulamalar
Kes-kopyala-yapıştır mantığıyla yazılmış iddianameye rağmen, akademisyenler ayrı ayrı farklı mahkemelerde yargılanıyor. Ve mahkemeden mahkemeye, hatta mahkeme heyetlerine göre değişen hukuka aykırı uygulamalara maruz kalıyor. Özellikle İstanbul 25, 27, 28, 33 ve 37. ACM’ler, akademisyenlerin adil yargılanma hakkının gerçekleşmesine engelleyici uygulamalara gidiyor. Bunlardan bazıları; davaları avukatsız görmekten, Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB) kararı verilmesini kabul edip etmediği sorulmadan hüküm açıklamaya, avukatın ve yargılanan akademisyenin savunma hakkının engellenmesinden basın ve izleyicileri salona almamaya kadar geniş bir yelpazede. Hatta salon büyüklüğü yeterli olduğu halde duruşmayı izleyecek kişi sayısına dâhi keyfi sınırlandırma getirildiği bile oluyor. Ayrıca, dava sürecini hızlandırmaya yönelik olarak, avukatların yargılamaya ilişkin talepleri göz ardı edilerek, daha ilk celsede akademisyenler ifade vermeye zorlanabiliyor. 37. ACM’de yargılanan dört akademisyenin tam da hükmün açıklanacağı duruşma günlerinde, geçmişte verdikleri gazete ve televizyon röportajları, yine barış talebiyle ilgili başka bir metni imzalamış olmaları suç unsuruymuş gibi dosyalarına eklendi, insan hakları raporları ‘suça kanıt’ olarak değerlendirildi.
Heyet değişince ‘suç’ da değişiyor
793 akademisyenin iddianamesi tümüyle aynı olup, başka hiçbir bilgi ve belge bulunmadığı halde, mahkemeler yargılama sürecinde çok farklı yollar izliyor; farklı suç nitelemelerine gidiyorlar. Bazı mahkemeler hem kendi bünyesindeki dosyaları birleştiriyor hem de Adalet Bakanlığı’ndan TCK m. 301 uyarınca kovuşturma izni gelinceye kadar “Durma” kararı veriyor. Bazı mahkemeler sadece birisini yapıyor. Bazıları ise başlangıçta kendi bünyesindeki dosyaları birleştirip; daha sonra bu karardan dönebiliyor.
Mahkemelerin önemli bir bölümü, akademisyenleri “terör örgütü propagandası yapmak” iddiasıyla yargılarken, İstanbul’dan beşi, diğer illerden dört mahkeme olmak üzere toplam dokuzu, TCK m. 301’e göre, yani; “Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” maddesi üzerinden yargılama yapabilmek için Adalet Bakanlığı’na izin yazısı yazdı, izin yazısı gelenler bu maddeden yargılanmaya başladılar. Öte yandan, biri İstanbul’da, diğeri Mersin’de iki mahkeme ise Barış Bildirisi’ne imza atmaktan ibaret fiili “terör örgütü üyesi olmamakla birlikte, bilerek ve isteyerek yardım etme” olarak daha üst bir suç alt sınırına oturtularak, TCK 314/2, 220/7, TMK 5/1 maddeleri uyarınca yargılıyor. İstanbul’da başka bir mahkeme ise 2018 yılının adli tatiline kadarki duruşmalarda akademisyenlerin “terör örgütü üyesi olmamakla birlikte, bilerek ve isteyerek yardım etme” iddiasıyla ek savunma yapmalarını isterken, heyeti değişince, yargılama “terör örgütü propagandası yapmak” ile devam edebiliyor.
Art arda cezalar
Kararlar mahkemelere, hatta mahkeme heyetlerine göre bile değişiyor. Yargılanan akademisyenlerin 205’inin mahkemesi sonuçlandı. 164 akademisyen 15 ile 22 ay 15 gün arasında değişen hapis cezaları aldı, HAGB kabul edildiği için bu cezalar ertelendi. 36 akademisyen ise ya cezaları HAGB sınırının (2 yıl) üzerinde olduğu için, ya da cezası 2 yılın altında olup, HAGB’yi kabul etmediği için ceza kesinleşince infaz edilecek 15-36 aylar arasında değişen hapis cezaları aldılar. Sadece bir mahkeme, HAGB’yi kabul etmeyen dört akademisyenin cezasını iki yıllık denetim süresi koyarak erteledi. HAGB’yi kabul etmeyen Prof. Dr. Füsun Üstel’in hapis cezasının infazı 8 Mayıs 2019 tarihinde Eskişehir Kadın Cezaevi’nde başladı ve Füsun Üstel 76 gün tutuklu kaldı.
Dosyaları birleşmiş olan bir mahkeme duruşma savcısının esas hakkındaki mütalaası aynı olmasına rağmen, 27 akademisyenden 14’üne HAGB ya da erteleme kararı verme sınırını (2 yıl) aşacak şekilde 27 ay, 13’üne ise 22 ay hapis cezası verdi. Dört mahkeme bazı akademisyenler açısından somut bir nedene dayanmaksızın TCK m. 62 uyarınca iyi hal indirimine gitmedi.
- ve 37. ACM kimi akademisyenlere verdiği cezalarda bazı denetimli serbestlik tedbirlerinin uygulanmasına karar verdi. HAGB kararı kapsamında ilk kez bir denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına 37. ACM tarafından karar verildi. Akademisyen, 5 Ağustos 2015 tarihinde Hakkâri’nin Şemdinli ilçesinde silahlı saldırı sonucu öldürülen komiser Ahmet Çamur’un eşi Gökçen Çamur ve ailesine başsağlığı ve taziye ziyaretinde bulunmakla yükümlü kılındı. Karara karşı yapılan itirazın kabulüyle, bu tedbir kaldırıldı. 30. ACM ise yine bir HAGB kararı kapsamında, beş yıl boyunca 18 Mart günlerinde akademisyenin imza vermesine ilişkin denetimli serbestlik tedbiri uygulanmasına karar verdi.
Avukatların taleplerinin çoğu, seri üretim mantığıyla yargılama yapan mahkemelerce reddedildi. Barış bildirisinin tepki verdiği koşullarla ilgili hakikatin ortaya koyulması için çeşitli belgelerin celbine dair talepler 2023 duruşmada sadece bir kez kabul edildi. Mahkeme duruşma savcılarının esas hakkındaki mütalaaları karşısında, uzman hukukçulardan alınan bilimsel mütalaalar dâhi dikkate alınmadı. Avukatların yargılanan tüm akademisyenlerin davalarının esas dosya ile birleştirilmesi, soruşturmanın genişletilmesi ve reddi hakim talepleri hiçbir biçimde kabul edilmedi.
İlk beraat
Tüm bunlara rağmen, barış akademisyenleri 11 Ocak 2016’dan günümüze maruz kaldıkları ihlaller karşısında, “barış talep etmek suç değildir” diyerek, barış talebinde ısrarcı olmaya ve Çağlayan Adliyesi’nde dayanışmayı büyütmeye devam ediyor. Bu davalarda ifade veren 405 akademisyen, kendi uzmanlık alanının bilgisini de kullanarak, “neden barış talep ettiğini” açıklayarak, aslında sadece ifadesini vermedi, aynı zamanda barışın inşasına bir tuğla da koymuş oldu (https://bianet.org/konu/akademisyen-beyanlari).
AYM’nin kararı barış akademisyenlerinin yargılanma sürecini değiştirdi. Mahkemelerin büyük bir çoğunluğu AYM sürecini doğrudan ya da dolaylı olarak gerekçe göstererek, duruşmaları ileri bir tarihe erteledi. 22 Temmuz 2019 tarihinde Prof. Dr. Füsun Üstel, “ileride telâfisi güç ve imkansız duruma neden olunmaması” gerektiği gerekçesiyle tahliye edildi. Dört gün sonra ise kamuoyunun da yakından bildiği üzere, AYM on akademisyenin yaptığı bireysel başvuruyu haklı bularak ihlal kararı verdi. (Bkz: https://www.barisicinakademisyenler.net/.) AYM kararına dayalı olarak bizlere destek verdiği için yargılanan iki dostumuz beraat etti. Yeni adli yılın başlamasının ardından, 5 Eylül 2019 tarihindeki ilk duruşmada savcı, yeni mütalaa vermek için süre istedi. 6 Eylül 2019 tarihinde ise 30. ACM Iğdır Üniversitesi’nden ihraç edilen Dr. Özlem Şendeniz için AYM kararına atıfla ilk kez beraat vermiş oldu.
Dava devam ettiği sürece…
Bu davaların takibine katılan akademisyenlerle, 5 Aralık 2017 tarihinden bugüne kitlesel olarak yargılanan hiçbir arkadaşımızı mahkeme salonunda yalnız bırakmayarak, dayanışmaya çalıştık. BAK Dava Dayanışması olarak, davaların takibiyle, barış akademisyenlerinin mesleki ve insani kimliklerinin karalanmaya çalışıldığı bu süreçte duruşma günlerini eşzamanlı, anonim ve objektif olarak paylaşarak, bellek ve arşiv oluşturmaya çalıştık. Bunlar, üst mahkeme başvurularında, ulusal ve uluslararası hak ihlali gözlem raporlarının kaleme alınmasında, hukuki görüşlerin ve mahkemelere dair bilgilerin akademisyenlerle paylaşılmasında önemli bir işleve sahip oldu. Davalarımız devam ettiği sürece, bunları yapmayı sürdüreceğiz. Meslektaşlarımız, sendikalarımız, meslek örgütlerimiz, öğrencilerimiz ve dostlarımızın da destek ve katılımlarıyla her hafta yapılan basın açıklamalarında barış talebimizi hatırlamakta ve hatırlatmakta ısrarcı olduk; olacağız. 6 Eylül 2019 tarihindeki ilk beraat kararından sonra, yargılandığımız tüm adliyelerde hepimizin barış talebinin beraat etmesi için büyük kalabalıklarla dayanışmaya devam edeceğiz.
10 Eylül 2019 – https://yeniyasamgazetesi3.com/baris-talebi-beraat-etmeli/