Yaşam alanları her geçen gün sermayenin rant alanına dönüşürken kanserden ölüm oranları da her geçen gün artıyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, geçen yıl kanser ölümleri sıralamasında Kırklareli 1. sırada yer aldı. Kanser ölümü oranı, geçen seneye göre yüzde 1.29 artış gösterdi. Elbistan’da ise Afşin-Elbistan Termik Santrali yaklaşık 40 yıldır ölüm saçıyor. Santral ilçedeki yer üstü ve yeraltı sularını kirleterek tüketiyor. Daha önce görüştüğümüz sosyolog Göknur Yumuşak, 1977 yılında başlayan Afşin-Elbistan Termik Santal’in bölgede büyük facialara neden olduğunu ve bebeklerin kanser hastası olarak dünyaya geldiğini söylemişti. Biz de Yeni Yaşam gazetesi olarak İstanbul Tabip Odası Başkanı ve Prof. Dr. Pınar Saip’e kanserdeki artışın nedenlerini ve asıl sorumluların kim olduğunu sorduk.
Trakya kanser ölümlerinde neden 1. sırada?
Bununla ilgili elinizde araştırma verileri var mı? Kirlenmiş sularla sulanan tarlalardan üretilen besinler, bu bölgelerin meralarında beslenen hayvanların etleri zehirli atıklar içerdiğinde ve uzun süre maruz kalındığında vücudun kanser önleyici genleri ve zehirli maddeleri vücudumuzdan atmaya yarayan enzimlerimizi hasara uğratarak başta kanser olmak üzere çeşitli sorunlara yol açabilir. Kanserde sürekli maruziyet en önemli etmendir. Bu yörede yaşayan insanlar fabrikalardan çıkan toksik dumanlar, hava veya sıvı atıklar ve suların kirlenmesi nedeniyle zehirli maddelere sürekli maruz kalmaktadırlar.
Bölgede Ergene Nehri’ndeki kirliliğinin yarattığı etkiler üzerine birçok bilimsel çalışma yapılmıştır. Ancak insanlar üzerindeki etkilerini inceleyen uluslararası indekslere giren dergilerde yayınlanmış kapsamlı bir çalışma ne yazık ki yok. Sanayi bölgesi olmadan önceki istatistiki bilgiler elimizde olmadığı için bugünkü mevcut durumla kıyaslama yapmak çok zor. Ama yıllar içindeki yükselme eğilimini TÜİK verilerinden görebiliyoruz. Ayrıca kişi sanayi atıklarla birlikte başka birçok karsinojenede maruz kalmaktadır. Sigara, böcek ilaçları, duman, duvar boyaları, temizlik malzemeleri vb gibi. Tüm bu faktörler birleştiğinde zehirli atıkların kanserojen etkisi daha da artmaktadır.
Tarımdan çevre ölçümlerine, insan etkilerinden ekolojik etkilere kadar yapılan çalışmalarda elde edilen sonuçlar iç açıcı değildir. Ergene havzasında yoğun sanayi faaliyetlerinden kaynaklı bir kirliliğin varlığı tartışmasız olarak mevcuttur. Bölgedeki nehir ve toprak kirliliği konusunda üniversiteler, meslek odaları, sivil toplum örgütleri ve gönüllü kuruluşlar halk sağlığına yönelik kaygılarını sunmuştur. Ancak bugünkü noktaya gelinmesi önlenememiştir.
1980’lerden itibaren İstanbul’daki deri, kozmetik, tekstil, plastik fabrikaları bu bölgeye taşındı. Buradaki 2 bin 500’den fazla sanayi tesisi, kimyasal atıklarını Ergene Nehri’ne dökmektedir. Nehirden alınan su örneklerinde ağır kanserojen maddeler mevcuttur. Bunların insanlar üzerindeki etkilerini bu bölge özelinde incelemek, geçmişle kıyaslamak ve geniş kapsamlı epidemiyolojik çalışmalar yapmak ancak devlet destekli projelerle mümkün olabilir. Ergene havzası ve Dilovası’nda sanayi kaynaklı çevre kirliliği üzerine Sağlık Bakanlığı tarafından 2011-2016 yılları arasında yapılan “Sağlık Bakanlığı Çevresel Kirlilik Araştırması’’ mevcuttur ama ne yazık ki sonuçları yayınlamamıştır.
Bu çalışma kanserojen kimyasalların toprağa, yeraltı ve yer üstü sularına, çeşitli gıdalara ve havaya ne ölçüde karıştığını, insan sağlığı açısından risklerini araştırmak amacıyla yapılmıştır. Bu proje kapsamında solunum yoluyla alınan kanserojen kimyasallar, hava kirliliği değerleri, gıda numunelerindeki pestisit yüzdeleri, yeraltı sularındaki pestisit miktarları, sularda ve bu bölgelerde üretilen gıda maddelerinde arsenik ve benzeri ağır metaller araştırıldı. Bakanlığın çalışmasına ilişkin veriler, aradan 3 yıl geçmesine rağmen istenilen sonuçları vermediği, sanayi aklamadığı için hala açıklanmadı. Etik kaygılar nedeniyle bu sonuçları açıklayan bilim insanı Bülent Şık 5-12 yıl mahkumiyet istemi nedeniyle yargılanmaktadır. Ama ne yazık ki iktidarlar halk sağlığından çok mali sağlığı öncelemektedir.
Bunun önüne nasıl geçilebilir ve hangi önlemler alınabilir?
Ergene havzasındaki su kaynaklarının ve havanın kirlilikten korunmasına yönelik bütünsel bir çalışma yürütülmesi gerekir. Trakya’daki sorunun temel kaynağı sanayi göçüdür. Bu durdurulmalı. Verimli ovaların, yayların çevresinde sanayi bölgeleri olmamalıdır. Tüm sanayi atıklar denetlenmeli ve çevreye zehirli atık bırakmamalıdır. Sanayi Bakanlığı, belediyeler, üniversiteler, sivil toplum kuruluşları, siyasi partilerin çevre komisyonları birlikte çalışmalıdır. Trakya köylüsünün ve çiftçisinin güvenli gıda ve hayvan üretebilmesi için zorunlu koşullar sağlanmalıdır. İçme suları kamu denetim ve kontrolünde olmalı ve ilgili yönetmeliklere uyulmalıdır. Yeni kirletici sektörlere izin verilmemeli, gerekli tedbirler acilen alınmalıdır. Bölgedeki yatırımlarda Halk Sağlığı Etkileme Değerlendirmesi ve kümülatif etki değerlendirmesi de mutlaka yapılmalıdır. Kanserle mücadele obezite, tütün, sağlıklı beslenme, hareketli hayat programları, çevre kirliliği ile mücadele hepsi birlikte yapıldığında anlamlıdır. Yerel yönetimler ve sağlık kuruluşlarıyla ortaklaşa yürütülmeli. Antalya, Ergene Havzası ve Kocaeli illeri odağında yapılan araştırmaların sonuçları bir an önce yayınlanmalı ve tüm kurum, kuruluş, sivil, yerel yönetimler gereğini acilen yerine getirmelidir.
Bu durumun asıl sorumlusu kimler veya hangi devlet kurumları?
Bu durumun ana sorumluları sanayi bölgelerinin tarım alanlarına ve doğal su kaynaklarımızın çevresine kurulmasına izin verenlerdir. Ucuz olması, su kaynaklarına yakın olması, ulaşımın kolay olması nedeniyle fabrikalar ne yazık ki bu bölgelere kurulmaktadır. Sağlık, sanayi ve tarım bakanlıkları en yetkili sorumlulardır. Tabii ki bu kurumların il ve ilçe düzeyindeki yöneticileri, belediyeler de sorumludur.
Bülent Şık hakkındaki kanser davası
Kocaeli-Ergene Çayı havzasında yer alan Kırklareli, Edirne, Tekirdağ ile Antalya’da yapılan ve Sağlık Bakanlığı’nın sonuçlarını kamuoyuna açıklamadığı araştırmayı halka duyuran bilim insanı Bülent Şık hakkında 5 yıldan 12 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştı. Araştırma, 8 milyon insanın yaşadığı bölgedeki çevre kirliliğinin gıdalarda ve suda kanserojen etkiler yarattığını ortaya koyuyordu. Raporu kamuoyundan gizleyen Sağlık Bakanlığı, Şık hakkında suç duyurusunda bulunmuştu.
Erken teşhis için tarama testleri
Ne var ki diyeti ve diğer çevresel faktörleri tamamen kontrol altına aldığımızı varsaysak bile, kanserden tamamen uzak olmamız mümkün değildir. Çünkü ilerleyen yaşla birlikte hücrelerdeki çoğalmayı kontrol eden mekanizmalar zayıflamakta, dahası o güne dek yapılmış olan hücresel hatalar da birikmektedir. Hiçbir şikayeti olmayan sağlıklı bireylerde kanser taraması yapılarak etrafa yayılmadan hastalığı erken evrede yakalamaya çalışılmaktadır. Bu sayede hastalık daha kolay tedavi edilebilecektir. Aşağıda ABD’nin Ulusal Kanser Enstitüsü’nün kanser taraması önerileri özetlenmiştir.
- Meme Kanseri:
Kendi kendine meme muayenesi: 20 yaşından başlayarak her ay yapılması önerilir. Klinik meme muayenesi:20-40 yaş arası 2-3 yılda bir, 40 yaş üzerindeki kadınlarda ise her yıl doktor tarafından yapılması önerilir. Mammografi (meme rontgeni): 50 yaş üzerindeki kadınlarda yılda bir yapılması önerilirken, 40-50 yaş arasındaki kadınlarda meme dokusu daha yoğun olduğu için şüpheli kitleleri gösterme başarısı daha düşüktür. Bu yaşlar arasında yapılıp yapılmayacağı, yapılacaksa da hangi sıklıkta yapılması gerektiği tartışmalıdır. Amerikan Kanser Cemiyeti mammografi çekimlerinin 40 yaşında başlamasını ve her yıl tekrarlanmasını önermektedir. Ultrason: Tek başına bir tarama testi değildir. Gerekli görüldüğünde diğer testlere eklenmelidir. Meme MR’ı: Ailesinde meme kanseri olan, yüksek riskli kişilerde faydalı olduğu düşünülmektedir. Bu kişilerde tarama testi olarak kullanımını inceleyen çalışmalar devam etmektedir. - Serviks Kanseri:
Amerikan Kanser Cemiyeti’nin önerileri şunlardır: 1- İlk cinsel ilişkiden itibaren ilk 3 yıl içinde veya en geç 21 yaşında serviks kanseri tarama testlerine başlanmalıdır. Her yıl kadın doğum muayenesi ve Pap testi yapılmalıdır. 2- 30 yaşından sonra peşpeşe yapılan son 3 tarama normal bulunmuşsa tarama aralıkları 2-3 yılda bire çıkartılabilir. Eğer anne karnındayken dietilstilbesterol (DES) kullanılmazsa, HIV infeksiyonu varsa, veya organ nakli, kemoterapi tedavisi ya da uzun süreli kortizon içeren ilaçlar kullanması nedeniyle bağışıklık sistemi baskılanmışsa kontrollere yıllık devam edilir. 3- 30 yaş üstü ve normal sonuçları olan kişiler için diğer bir öneri de 3 yılda bir yapılacak olan Pap testi ve HPV-DNA testidir. 4- 70 yaş ve üstü kadınlarda son yapılan Pap testlerinden 3 veya daha fazlası veya peşpeşe yapılan testlerden 10 tanesi birden normal gelirse serviks kanseri için tarama sonlandırılabilinir. Yukarıda belirtildiği gibi bağışıklık sistemini baskılanmış hastalarda tarama yıllık olarak devam etmelidir. 5-Histerektomi (rahmin rahim ağzı ile birlikte tamamen alınması) ameliyatı olan hastalarda tarama yapılmayabilinir.
25 Mayıs 2019 – https://yeniyasamgazetesi3.com/bu-sistem-insani-kanser-eder/