Evlat kokusunun peşinde 1000 hafta

Cumartesi Anneleri’nin eylemi 1000. haftaya girdi. 29 yıl, durmaksızın evlatlarını, yakınlarını arayanların hikayesi…

Cumartesi Anneleri’nin ilk işaret fişeğini yakan Emine Ocak, 88 yaşında. Emine anne, “Biz annelere bu acıları yaşatanlar ceza aldığında, adalet geldiğinde, mezarlarına bir çiçek götürdüğümüzde çocuklarımızın kokusunu bize gelecek. Ben dayanıyorsam bu yüzden dayanıyorum. Hala yaşıyorsam, bunun için yaşıyorum” diyor.

Gazeteci arkadaşımız Ferhat Tepe’nin kardeşi Ayşe Tepe, “Anneler, babalar, kardeşler hayatlarını bu mücadele yıllarında kaybettiler. İkinci ve üçüncü kuşaklar mücadeleyi devraldı. Şunu da biliyoruz ki gidenler arkalarında bu mücadeleyi devralan binlerce insan bıraktılar. Bu çok güçlü, ilham veren bir miras. Ne pes edebilir, ne de vazgeçebiliriz” diyor.

Bütün bu sürecin tanığı, sanığı ve davacısı Eren Keskin anlatıyor: “Ben şuna çok inanıyorum ki cesaret ve inanarak verdiğin mücadele insanı koruyor, direnme gücü veriyor. Kolay değildi her hafta sonu dayak yiyeceğini bile bile o meydana gitmek. Bu gerçekten de büyük bir irade. Cumartesi Anneleri eylemi bize umut verdi diyor herkes. Demek ki yapılabilir.”

Gözaltında kaybedilen Rıdvan Karakoç’un kardeşi Hasan Karakoç, şöyle diyor: “Son nefesimize kadar da bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Bu bir insanlık mücadelesi, bu insanlığa karşı işlenmiş suçlara karşı verilen bir mücadele, bu herkesin boyun borcu, bu herkesin insani görevi. 1000 hafta değil bin yılda geçse bu mücadeleyi bırakmayacağız.”

Tam bin hafta… Mevsimler geçti, yaralar geçmedi… Yağmurda ıslandılar, kar ve fırtınaya tutuldular, kavuran sıcaklarda yandılar, içlerinde evlat ateşi yanıp durdu… Çağ değişti, acı değişmedi… Tam bin hafta, dile kolay… Evlatlarını ararken bazıları göçüp gitti; yerlerini evlatları, torunları devraldı. Kuşaklar değişti de yara değişmedi… Dile kolay tam bin hafta… Beni bul anne diyen evlatlarının sesleri hep kulaklarında yankılanıp durdu. Onlar otururken başka evlatlar kaybedildi, her hafta yanlarında yeni bir anneyi bulur oldular… Hükümetler değişti, kayıplar değişmedi… Anneler, mahkum edildikleri bu çıkmaz döngüye koca yürekleriyle karşılık verdi. Acılarını, evlatlarının kaybolan kemiklerinin fısıltılarını bir mücadele inadına çevirdiler… Dile kolay tam bin hafta…

Türkiye yakın tarihi bir kayıplar tarihi. Ama aynı zamanda bir inadın, sonsuz gibi görünen bir eziyete karşı sonsuz direnmenin tarihi… 1990’lı yıllarda kör kuyulara atılanların, kuytu köşelerde vurulanların sayısı 17 binleri geçti. İşte Cumartesi Anneleri’nin hikayesi burada başladı… Yıl 1995. Hasan Ocak 21 Mart 1995’te Gazi Mahallesi olayları sonrası gözaltına alındıktan sonra kaybedildi. Ocak’ın annesi Emine Ocak, ailesi ve arkadaşları 55 gün boyunca Hasan Ocak’ı aradı. 15 Mayıs’ta, Ocak’ın işkence edilmiş cansız bedeni Beykoz’da kimsesizler mezarlığında bulundu. Ve ardından Cumartesi Anneleri ilk kez 27 Mayıs 1995’te, Galatasaray Meydanı’nda oturma eylemi yaptı. 15-20 kişilik grupla başlayan eylem zamanla büyüdü, Kurdistan’ı kasıp kavuran kayıpların sesiyle meydanlara taştı.

Emine Ocak, Zübeyde Tepe ve Hanife Yıldız. O günlerden bugünlere kalan üç anne. Eylemi sürdüren diğer isimler ise ikinci, üçüncü kuşak evlatlar, kardeşler, torunlar… Bin haftayı annelere ve yakınlarına soruyorum.

Emine Ocak ve Elmas Eren

Son nefesime kadar…

İlk ateş yakanlardan Emine Ocak, sağlık sorunları ilerlemiş de olsa vazgeçmiyor. 88 yaşındaki Emine anne, “Yaralıyım, Galatasaray’daki tüm anneler, tüm kadınlar yaralı” diyor. Adalet istemekten asla vazgeçmeyeceğini dile getiren Emine anne, sözlerine şöyle devam ediyor: “Bizim her günümüz önceki günden daha zor geçiyorsa çocuklarımızın eli bize uzanmıyor diyedir, sesi kulağımıza gelmiyor diyedir. Çocuklarının, babalarının, kardeşlerinin, eşlerinin mezarlarına çiçek götüremeyenlerin günü nasıl geçer ki? Biz annelere bu acıları yaşatanlar ceza aldığında, adalet geldiğinde, mezarlarına bir çiçek götürdüğümüzde çocuklarımızın kokusunu bize gelecek. Ben dayanıyorsam bu yüzden dayanıyorum. Hala yaşıyorsam, bunun için yaşıyorum. Son nefesime kadar kayıplarımızı soracağım, kimse ölmesin demeye devam edeceğim, adalet isteyeceğim.”

Ayşe Tepe

Ne pes eder, ne de vazgeçeriz

Ferhat Tepe’nin kardeşi Ayşe Tepe ile konuşuyorum. Ferhat aynı zamanda gazeteci arkadaşımız, Özgür Basın’ın bir fidanı, haber yolunda kayıp edildi. Ayşe Tepe, “Bu mücadeleyi 1000. haftaya taşımak elbette kolay değildi” diyor ve ekliyor: “Mücadelemizin uzun soluklu olması birkaç kuşağı da bağrında taşıyan bir mücadele süreci anlamına geliyor. Anneler, babalar, kardeşler hayatlarını bu mücadele yıllarında kaybettiler. Eşlerini, evlatlarını, babalarını kaybettiklerinde gencecik olan, çocuk olan bu insanlar şimdilerde ikinci ve üçüncü kuşaklar olarak mücadeleye devam ediyorlar. ‘Mezar yerini bileyim, çocuğumun kemiklerini bulayım’ diyen annelerin sesi Galatasaray Meydanı’nda yıllarca yankılandı. Mücadelenin en büyük zorluğu belki de çocuklarının akıbetini bilmeden, faillerin yargılandığını görmeden bu hayata veda edenlere tanıklık etmek oldu. Ama şunu da biliyoruz ki gidenler arkalarında bu mücadeleyi devralan ve bu mücadeleyi devam ettiren yüzlerce, binlerce insan bıraktılar. Bu çok güçlü bir mirastır. Bu miras dünya mücadele tarihine de bırakılan ve ona ilham veren bir mirastır. Bir kayıp yakını olmak başlı başına ağır bir yükün taşıyıcısı olmak anlamına geliyor, ama biz sadece kendi kayıplarımız değil aynı zulme uğrayan, adaletsizliği yaşayan binlerce kaybın da sesiyiz, mirasçısıyız. Belki de mücadelenin bir zorluğu da bunu omuzlamış olmamızdır. Yaşadığımız acılara, travmalara, karşılaştığımız insanlık dışı uygulamalara, şiddete rağmen kayıplarımıza verdiğimiz sözün sorumluluğunu taşımakla yükümlüyüz. Ne pes edebilir, ne de vazgeçebiliriz.”

Büyük bir aile olduk

Büyük bir irade. Ayşe Tepe’nin sözleri içimde bir fırtına yaratıyor. Bu kendini aşan acıyı taşıma iradesi hayranlık uyandırıyor kalbimde. Ferhat’ın mücadelesi, gerçeği anlatma tutkusu, uğruna canını verdiği şeyin boşuna olmadığını işte bu mücadeleler kanıtlıyor. Peki bu mücadele nasıl bir deneyim kazandırdı? Ayşe Tepe yanıtlıyor: “Mücadelenin bize kattığı şeyler oldu. Bunlardan en önemlisi Cumartesi Anneleri ve insanları olarak büyük bir aileye dönüşmemizdi. Aynı zorluk karşısında duyguda, düşüncede, ısrarımızda, duruşumuzda, irademizde ortak bir paydada buluştuk. Bu duygu ve düşünce birlikteliği 1000. haftaya nasıl geldiğimizin de özetidir. Eğer bu saydıklarımız olmasaydı uzun soluklu olarak adlandırdığımız bu mücadelenin devamlılığı, ısrarı ve tutarlılığı da olmazdı. Bu dünya mücadele tarihine de not düşülmesi gereken bir deneyimin ifadesidir. Kimi zaman kurulan bariyerlere yaklaşmamıza kimi zaman da bariyerleri aşmamıza izin verilmedi. Yine gözaltı ve yargılanma süreçleri başladı. Bu da bizim için önemli bir deneyimdi. Israrlı ve kararlı duruşumuz sonucunda sınırlı sayıda da olsa bariyerlerin önünde her cumartesi saat 12.00’da açıklamamızı yaptık ve yapmaya devam ediyoruz. Bu sıkça dile getirilen ama kararlı bir şekilde savunulmayınca anlamını bulamayan hak, hukuk, adalet mücadelesinde nasıl sonuç alınacağının da bir göstergesi oldu.”

Zübeyde Tepe

Birlikte mücadelenin gücü

Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri ile buluşma süreçlerinin hemen hemen aynı yıllara denk geldiğini söyleyen Ayşe Tepe, şöyle devam ediyor: “28 Temmuz 1993 yılında Özgür Gündem muhabiri olan kardeşim Ferhat Tepe’nin zorla kaybedilmesinden sonra önce annem ve babam sonra ben bu mücadelenin içinde yer aldık. Annem Hasan Ocak’ın kaybedilmesinin ardından Galatasaray’a çıkan anneleri televizyonda izlemesiyle kendilerine katıldı. Çünkü biz de tüm çabamıza ve mücadelemize rağmen maalesef 90’ların o zorlu koşullarında Ferhat’ın faillerinin yargılanması için etkin bir soruşturma başlatamadık. Tüm talep ve dilekçelerimiz adeta bir duvara çarpıp bize geri dönüyordu. Hukuk mücadelesini verirken bunun Türkiye koşullarında sonuç alamadığını gördük. Birlikte etkili bir mücadele ile sesimizi duyurabilirdik ve Galatasaray buluşmaları bu anlamıyla bize güç verdi. Bir yandan hukuk mücadelesine devam ederken diğer yandan Galatasaray Meydanı’nda aynı duygu ve talepler etrafında birleşen, ortak mücadele zemininde buluşan, aynı acıları yaşayan ve aynı acıların yarattığı duygu ve direngenlikle mücadele eden ailemizle birlikte mücadelenin ne kadar anlamlı olduğunu gördük.”

İktidarlar değişti politikalar değişmedi!

Çok hükümet gördüler, ne tür farklılıklar oldu veya oldu mu, diye soruyorum Ayşe Tepe’ye, şöyle yanıtlıyor: “Maalesef 29 yılımızı ve 1000. haftamızı doldurduğumuz bu mücadele süresince değişen iktidarların değişmeyen resmi söylemleri ve tutumlarıyla karşı karşıya kaldık. Bizim için önemli olan sadece Galatasaray Meydanı’nın bize yasaklanıp yasaklanmaması, ya da Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanması değil, yıllardır hiç bıkmadan defalarca söylediğimiz ve söylemekten asla geri durmayacağımız faillerin bulunup etkin bir soruşturma ile yargılanmaları ve kayıpların akıbetinin ortaya çıkarılmasıdır. Cezasızlık politikasına son verilmesidir. İnsanlığa karşı işlenmiş suçlara ilişkin uluslararası sözleşmelerin imzalanmasıdır. Fakat tüm bu ısrarlı taleplerimiz hala hiçbir iktidar tarafından karşılanmadı. Son yirmi yıl aynı iktidar ile yönetilmemize rağmen sonuç yine değişmedi. Değişen iktidarlara rağmen değişmeyen politikaların olması ya da iktidarlar arasında farklılığın olmaması da başlı başına demokratikleşme süreçlerinde önemli bir sorundur. Cumartesi Anneleri’nin bu mücadelesi geçmişteki, şimdiki ve bundan sonraki hükümetler açısından bir mihenk taşı oldu ve olmaya da devam edecektir.”

Mezarsız ölüler o kadar çok ki

Cumartesi Anneleri’nin eylemine başlamasına sebep olan isimlerden biri olan Rıdvan Karakoç’un gözaltında kaybedilmiş olmasıydı. Karakoç’u yakından tanıyan ve aynı zamanda avukatlığını yapan İHD Eşbaşkanı Eren Keskin’e hafızasından silinmeyen anları soruyorum. Bütün bu sürecin tanığı, sanığı ve davacısı olan Keskin sözlerine şöyle başlıyor: “Aslında öncesinde çok fazla kayıp olan bir coğrafya burası. Bir soykırım yaşamış, ardından Kurdistan’da yaşanan katliamlar, mezarsız ölüler, o kadar çok kayıp var ki, ama bu mücadelenin başlaması Rıdvan Karakoç’un ve Hasan Ocak’ın ailesinin çabalarıyla başladı. Ve tabi ki insan hakları savunucularının da desteğiyle. Birincisi benim için hiç unutulmaz olan başlamasına neden olan Rıdvan Karakoç’tur. Ben avukatıydım. O zaman çok genç bir avukattım, Rıdvan’la Musa amcanın (Apê Musa) evinde tanıştık. Biz Musa amcayla aynı apartmandaydık, Musa amcanın çok sevdiği insanlardan biriydi. Hep sohbete gelirdi öyle tanıştık. Rıdvan bir gün Sultanahmet’teki ofisime geldi, ‘ben takip ediliyorum, sana bir vekalet çıkaracağım ve her gün seni arayacağım, bir gün aramazsan bil ki o gün benim başıma bir şey geldi’ dedi. Tabi doksanların en kötü süreçleri, insanlar katlediliyor, köyler yakılıyor, o kadar korkunç savaşın en yoğun olduğu süreçti. Rıdvan her gün arıyordu. Tabi o zaman cep telefonları falan yok. Sabit telefonla büroyu arıyor. Bir gün aramayınca merak ettim. Sonra dedim bugün arayamamış olabilir. İkinci gün aramayınca artık tamamen kaygılandım çünkü söylemişti. Sonra yakınlarına ulaşmaya çalıştım. O tarihlerde Hasan Ocak da gözaltına alınıyor. Biz o zaman hep Adli Tıp’ta fotoğraf bakardık, kayıp bir insan ya da gözaltına alınıp kendisinden haber alınamayan bir insan olunca Adli Tıp’a gider kimsesizler mezarlığına gömülen ölülerin resimlerine bakardık. Hasan Ocak’ın ailesi o fotoğraflara bakarken Rıdvan’a benzeyen bir fotoğraf görünce ailesine haber veriyor. Tabi o zaman kamuoyuna açıklamalara başlamıştık. İkisi de sonra işkence edilerek öldürülmüş olarak bulundular. Bu benim hiç unutamayacağım bir şey. İlk eyleme 27 Mayıs’ta başladıklarında ben katılamadım çünkü benim hakkımda da tutuklama kararı çıkmıştı ve ben cezaevine girdim. Ancak eylem başladıktan 6 ay sonra tahliye oldum ve öyle katılmaya başladım. Benim açımdan unutulmaz anlardan biri bu. ”

Eren Keskin

Dargeçit’i unutamıyorum

Eren Keskin, unutamadığı anları anlatmaya devam ediyor: “İkincisi de şu; Dargeçit kayıpları. 29 Ekim 1995 günü Dargeçit’te 7 insan birdenbire evlerinden gözaltına alındılar, sonra biri çocuk olduğu için bırakıldı, bir başka çocuk Seyhan Doğan da olmak üzere 6 kişi gözaltında kaybedildi. Daha sonra onların katlinde görev alan bir uzman çavuş çevresine konuşmaya başladı. Dedi ki, ‘ben artık dayanamıyorum bu insanlar kazanlarda yakıldı ve kemikleri gömüldü.’ Bu kişi böyle konuşmaya başlayınca o kişi de gözaltında kaybedildi. Ve o dönemin komutanı Mehmet Tire’nin sorumlu olduğunu yıllarca dile getirdik. En sonunda ailenin ve bölgede yaşayan insanların Dargeçit kayıpları buraya gömüldü diye gösterdikleri yeri savcı açmayı kabul etti. Bizim gözümüzün önünde o mezar açıldı ve Dargeçit kayıplarının kemikleri gerçekten oradan çıktı. Maalesef ki o kadar delil ortaya çıkmasına rağmen Mehmet Tire ceza almadı. Hatta Mehmet Tire Doğru Yol Partisi’nden bu coğrafyanın en solcu ve ilericilerinin tatil yapmayı çok sevdikleri Bodrum Gümüşlük’te belediye başkanlığı yaptı. Bu benim için hem cezasızlığın korkunçluğunu anlatan bir örnek hem de bu coğrafyadaki kendilerine ilerici muhalifim diyen kamuoyunun ne kadar sessiz olduğunun da göstergesi. Bu katil yıllarca belediye başkanlığı yaptı Bodrum Gümüşlük gibi bir yerde.”

Cumartesi Anneleri vazgeçmedi

Keskin’e şahit olduğu bu bin haftada dönüm anlarını sormaya devam ediyorum. 700. haftada saldırıya uğrayan ve engellenen Cumartesi Anneleri, 2018’de alınan yasak kararını AYM’ye taşıdı ve ihlal olduğuna karar verildi. Karar üzerine anneler Galatasaray Meydanı’na gitmeye başladı ancak 29 hafta boyunca her seferinden meydana varmadan gözaltına alındılar. İşkenceye maruz kaldılar. 700. haftada annelere kapatılan meydan direniş sonucunda 5 yıl aradan sonra annelere tekrar açıldı. Hala ablukada olan meydanda anneler 5 yıl aradan sonra ilk kez 11 Kasım 2023’te açıklama yaptı, ancak 10 kişi sınırlandırılmasıyla birlikte! Bu süreçte yaşananları anlatan Keskin, “Bir dönem izin verilirken birdenbire Süleyman Soylu’nun İçişleri Bakanı olmasıyla birlikte saldırılar başladı. Ve ardından geçtiğimiz yıl Anayasa Mahkemesi’nin kararında Cumartesi Anneleri’nin engellenmesi hak ihlalidir denilmesi üzerine biz tekrar meydana gitmeye başladık. Ve en yüksek mahkemenin verdiği kararı bile tanımaz idareciler gördük. Nisan ayından Kasım ayına kadar her hafta sonu gözaltına alındık. Biz kendimizi düşünmekten çok daha yaşlı olan anneleri düşünüyorduk. Çünkü ters kelepçeler takılarak, itilip kakılarak, yerlere düşürülerek insanlar bu şekilde gözaltına alındılar. Saatlerce o havasız otobüslerde kötü koşullarda bekletildiler ama vazgeçmedi Cumartesi Anneleri. Şu anda 10 kişiyle devam eden bir eylem var ama biz eski haline dönmesi için tabi ki mücadelemizi sürdürüyoruz” diyor.

Anneler herkese umut oldu

Keskin, bütün bu bin haftanın ortaya çıkardığı deneyimi şu sözlerle anlatıyor: “Ben hayatım boyunca hep şunu gördüm ve şuna çok inanıyorum ki cesaret ve inanarak verdiğin mücadele insanı koruyor. Yani herkes o kadar inanıyor ki yaptığın şeyin doğru olduğuna, talebinin çok haklı olduğuna ve bu size bir direnme gücü veriyor. Kolay değildi her hafta sonu o sıcakta dayak yiyeceğini, ters kelepçeleneceğini bile bile o meydana gitmek. Bu gerçekten de büyük bir irade. Ve bu irade o kadar haklı ki bütün dünyada kabul edilmiş ve meşruluğu benimsenmiş bir sivil itaatsizlik eylemi. Dünyadaki kabul edilişi, insanların yaptıkları işe inançları, o inancın verdiği cesaret hepsi birleşti ve bu sonucu getirdi. Ben bugün nereye gidersem gideyim herkes şunu söylüyor; Cumartesi Anneleri’nin eylemi bize umut verdi. Demek ki yapılabilir. En azından ben kararlı bir iradenin sonuç alacağını gösterdiği için bu eylemi çok önemsiyorum.”

Berfo Kırbayır

Cemil’imi getirecek misin?

Çok sayıda anne mücadele sürecinde yaşamını yitirdi. O sembol isimlerden biri de Cemil Kırbayır’ın annesi Berfo anneydi. Eren Keskin, Berfo annenin umutlarının nasıl karartıldığını anlatıyor: “Bu anneler içinde en simge isim Berfo teyzedir. Berfo teyze artık 100 yaşını aşmıştı. Evinin kapısını kapatmayarak Cemil’i bekleyen bir anne. Ben Kırbayır ailesinin de avukatıyım. Beni her gördüğünde Cemil’imi getirecek misin diyordu, zaten herkese bunu soruyordu. Cemil’im gelecek mi? Cemil’imi getirecek misin? Sadece konuştuğu buydu Berfo teyzenin. Ve 2011 yılında tabi o dönem siyasi irade şimdiki gibi değildi biraz daha çözüm odaklı yaklaşıyorlardı. Ve cumhurbaşkanı o zaman başbakandı. Berfo teyzeye söz verdi. Ve o dönem Meclis İnsan Hakları Komisyonu kuruldu ve o komisyon Cemil Kırbayır’ın kaybedildiği dönemdeki herkesle görüştü ve sonuçta şöyle bir rapor yazdı: Cemil Kırbayır’ın gözaltında kaybedildiği, işkenceyle öldürüldüğü ve cenazesinin de gizlendiği kanısına varılmıştır. Devlet bunu söyledi tabi ki Berfo teyze bundan çok umutlandı. Çünkü artık o anneler çocuklarını değil çocuklarının mezarını istiyorlar. Bu çok acı bir şey. Orada herkes çocuğunun mezarı için mücadele ediyor, çocuğunun gelmeyeceğini biliyor. Galatasaray Meydanı’nın anlamı da o. Bir nevi sanki mezara geliyorlar gibi geliyorlar Galatasaray Meydanı’na. Çocuğumuzun bir parçası gibi görüyorlar o meydanı. Her anne için büyük bir önemi var. Ve o annelerin hiçbiri değişmedi, talepleri değişmedi, duruşları değişmedi ama devlet sürekli akıl değiştirdi.”

Hasan Karakoç

1000 hafta değil bin yıl da geçse bırakmayacağız

15 Şubat 1995 tarihinde kendisinden bir daha haber alınamayan ve gözaltında kaybedilen Rıdvan Karakoç’un kardeşi Hasan Karakoç, Cumartesi Anneleri’nin eyleminin bir onur mücadelesi de olduğuna dikkat çekerek, şunları söylüyor: “Çok uzun soluklu bir eylem olduğu için birçok insanın yaşamı buna el vermedi ve hayatlarını kaybettiler. Evlatlarımızı, annelerimizi, babalarımızı kaybettik. Mücadele arkadaşlarımızı kaybettik. En son Berfo ananın kızını kaybettik, baba Ocak’ı kaybettik, Elmas Eren’i ve daha birçok mücadele arkadaşımızı kaybettik. Ama onlara verdiğimiz sözü yeniden tekrarlıyoruz. Onların ardından bu mücadeleyi sürdüreceğimize söz verdik. Son nefesimize kadar da bu mücadeleyi sürdüreceğiz. Bu bir insanlık mücadelesi, bu insanlığa karşı işlenmiş suçlara karşı verilen bir mücadele, bu herkesin boyun borcu bu herkesin insani görevi. Biz de yaşam hakkı bağlamında bu mücadeleyi sürdürüyoruz. Ve kaybettiğimiz değerlerimizin anılarına, değerlerine sahip çıkmak adına bu mücadeleyi sürdürüyoruz. Yarınlarda çoluk çocuğumuzun, torunlarımızın ve bizden sonraki nesillerimizin yüzüne bakabilecek yüzümüz olsun diye bu mücadeleyi sürdürüyoruz. Bu işkenceciler, bu kaybedenler, bu yakınlarımızı katledenler bunların hesabını vermelidir. Bu şekilde sürüp gitmemeli, bu bir insanlık mücadelesi ve top yekun bir mücadele gerekiyor buna. Onun için bu mücadeleyi 30 yıldır sürdürüyoruz bundan sonra da bırakmaya hiç niyetimiz yok. 1000 hafta değil bin yılda geçse bu mücadeleyi bırakmayacağız.”

https://www.ozgurpolitika.com/haberi-evlat-kokusunun-pesinde-1000-hafta-189345

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir