15 Aralık 1995 tarihinde Güçlükonak Katliamı’nı incelemek üzere bölgeye giden heyette yer alan besteci, söz yazarı, insan hakları savunucusu Şanar Yurdatapan ile konuştuk
15 Aralık 1995 tarihinde PKK tek taraflı ateşkes ilan eder. 15 Ocak 1996’da, yani Güçlükonak Katliamı’ndan 2 gün sonra Avrupa Parlamentosu’nda PKK’nin ilan ettiği ateşe karşı Türkiye’nin takınacağı tutumun ne olacağına ilişkin bir önerge görüşülecektir. Tam bu aralıkta Güçlükonak Katliamı gerçekleşir
Şanar Yurdatapan: “Oraya PKK’nin saldırı yapması için ancak helikopterle gelmesi lazım. Bu helikopter mevzusunu biz böyle düşünürken, ilk olarak köydeki ailelerden bilgi aldık. Aileler, katliam sırasında bir helikopter görmüş. PKK’nin helikopteri falan yok, helikopter sadece orduda var”
İstanbul’a dönen heyet, 16 Şubat’ta büyük bir basın toplantısı düzenler. Yurdatapan: “Heyetin içerisinde ana raporu hazırlayan sevgili Celal Başlangıç ile açıklamalarımızı yaptık. Biz o basın toplantısından sonra işin iyice yayılmasını beklerken bu sefer tek satır çıkmadı. Meğer Genelkurmay basını tehdit etmiş”
Türkiye’de her kritik eşikte mutlaka bir kontrgerilla sabotajı yaşanır. Örneğin Ceylanpınar, Paris, Taksim… Liste uzun. 1996 yılında gerçekleşen Güçlükonak Katliamı da bunlardan biridir. Türkiye 24 Aralık 1995 tarihinde seçime gider. Hemen öncesinde 15 Aralık 1995 tarihinde PKK tek taraflı ateşkes ilan eder. 15 Ocak 1996’da, yani Güçlükonak Katliamı’ndan 2 gün sonra Avrupa Parlamentosu’nda PKK’nin ilan ettiği ateşe karşı Türkiye’nin takınacağı tutumun ne olacağına ilişkin bir önerge görüşülecektir. Önerge, PKK’nin ateş ilanından sonra Yeşiller Partisi ile Sosyal Demokrat parlamenterler tarafından verilmiştir. Tam bu aralıkta Güçlükonak Katliamı gerçekleşir. Devlet ve hükümet yetkilileri anında olayı PKK’ye yıkmaya çalışır ve PKK’nin ateşkes ilan etmediğini öne sürer. Böylece ateşkes ve ardından yaşanabilecek gelişmeler sabote edilir.
PKK reddetti
Katliamın hemen ardından İstanbul’da aydınların ve insan hakları savunucularının içinde olduğu Barış İçin Bir Araya adıyla bir Çalışma Grubu oluşturulur. Toplantının ardından bölgede inceleme yapmak üzere isimler belirlenir ve çeşitli sivil toplum kurumlarından bağımsız bir araştırma grubu oluşturulur. O isimlerden biri de besteci, söz yazarı, insan hakları savunucusu Şanar Yurdatapan’dır. Biz de Güçlükonak Katliamı’nı söz konusu tarihte bölgeye gidip incelemede bulunan heyetin içerisinde yer alan Şanar Yurdatapan ile konuştuk.
Barış İçin Bir Araya Çalışma Grubu’nun ilk toplantısını ve sonrasını anlatan Yurdatapan, “O toplantının yönetimi bana vermişlerdi. Önce kabul etmedim ama sonra kim olacak dediler. Doğru tabi kim olsa gruplarına günah yazılacak. Oradayken o olay patlak vermişti. Ve günlerce bize televizyonlarda kömüre dönmüş cesetler seyrettirmişlerdi. Olayı PKK’nin yaptığı söyleniyordu. Ama olaydan hemen bir gün sonra PKK, biz böyle bir şey yapmadık diye üzerine atılan bu suçu reddetmişti” diyor.
Bir tarafı uçurum…
Basına yansıyan iddiaların ayrıntılarına ve sonrasında yaşananlara dikkat çeken Yurdatapan, şöyle devam ediyor: “İddia şuydu, bir köyden başka bir köye yolcu taşıyan bir minibüs PKK tarafından durduruluyor, ateş açılıyor, arkadan da roket atarak hepsini yakıyor. Aynı gün Genelkurmay, Ankara’da yabancı basın mensuplarını özel bir uçakla önce Diyarbakır’a oradan da skorsky helikopterleriyle olay yerine götürüyor. İşte o grubun içinde yer alan ve fark etmedikleri yabancı bir ajansın muhabiri olan bir Kürt kızı vardı. İlk olarak o bizi uyardı. Saldırının detaylarının çelişkili olduğunu söyledi. Öyle bir yer ki bir tarafı zaten uçurum. Bir tarafı dağ, tepe, bayır. Ve gösterilen ceset sayısı 11 değil 10’du. Bunun sebebi de şuydu; şoför ne olacağını anlamış, arabayı durdurup o uçurum gibi yerden aşağı kaçmaya uğraşmış, onu kurşunla vurmuşlar. O roketin altında kalmadığı için yanmamış. Fakat o cesetleri de ailelerine vermeyip bambaşka bir yerde gömmüşler. Bu bilgilerle dolu bir şekilde oraya gitmiştik.”
PKK’nin helikopteri yok
Yurdatapan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Zaten olayın olduğu yerin hemen karşısında, tepelerde de yine korucular var. Oraya PKK’nin saldırı yapması için ancak helikopterle gelmesi lazım. Bu helikopter mevzusunu biz böyle düşünürken, ilk olarak köydeki ailelerden bilgi aldık. Aileler, katliam sırasında bir helikopter görmüş. PKK’nin helikopteri falan yok, helikopter sadece orduda var. O helikopter kuzeye doğru gidiyor ve az sonra sesler duyuluyor. Ve çok gariptir olay yerine yakın köyün orada jandarma karakolu var. Köy korucu köyü ama yakılanlarda yine kendi akrabaları, onlar da hemen olay yerine gitmeye kalkışıyor silahlı bir şekilde fakat karakol onları durduruyor. Geçmelerine izin vermiyor, daha sonra da yanarak öldüğü iddia edilen kişilerin dördünün kimlikleri yanmamış vaziyette o karakol tarafından ailelerine veriliyor. Biz bunları tabi köylülerden dinledik.”
‘Askerler öldürdü, PKK değil’
Heyet köyde yaptığı tüm görüşmeleri görüntülü olarak kaydediyor. Katledilen bir köylünün eşi, Kürtçe konuşarak heyete, “Eşimi askerler öldürdü, PKK değil” diyor. Yani her şey gün gibi ortadadır. Olay yerine vardıklarında hayretler içerisinde kaldıklarını ifade eden Yurdatapan, “O yanmış, kurşunlanmış minibüs orada duruyordu. Buna şaşırdık. Bunu yok etmeleri gerekirdi değil mi, bu bir kanıt. Bir sürü şeyin kanıtı orada yatıyor. O kadar kendilerinden eminler ki hiçbir şey olmayacağından o yüzden öylece bırakmışlar. Ancak ilk gidişimizden sonra önce o minibüsü dere yatağına atmışlar, sonra yukarıya başka bir tarafa götürmüşler” diye vurguluyor.
Genelkurmay basını tehdit etmiş
Bilgileri topladıktan sonra İstanbul’a dönen heyet, 16 Şubat’ta büyük bir basın toplantısı düzenler. Yanmamış 4 kimliği beraberinde getirdiklerini söyleyen Yurdatapan, şöyle devam ediyor: “Basın toplantısına Yaşar Kemal ve Orhan Pamuk da katıldı, heyetin içerisinde ana raporu hazırlayan sevgili Celal Başlangıç ile açıklamalarımızı yaptık. Çektiğimiz videoları gösterdik. Olayı harita üzerinde de anlatmaya uğraştık. Ve o güne kadar basında çeşitli haberler çıktı. Biz o basın toplantısından sonra işin iyice yayılmasını beklerken bu sefer tek satır çıkmadı. Hürriyet gazetesindeki bir dostumuzdan öğrendik ki, Genelkurmay’ın tek tek gazeteleri açıp haberlerin kendilerini çok üzdüğünü ve eğer bu yayınlar devam ederse onların da sorumluların da hakkında işlem yapılacağına yönelik bir tehditte bulunmuş ve bu şekilde gerçek anlatımın yolu kesildi.”
Köy ablukaya alınır
Heyetlerin ilk ziyaretinin ardından askerler köyü ablukayı alır ve köylüleri tehdit eder. Söz konusu durumu öğrenen heyet, 7 Mart’ta ikinci bir heyet oluşturur ve tekrar köye gider. Köylüler ile daha önce yapılan görüşmeler sırasında heyet olarak ailelere söz verdiklerini dile getiren Yurdatapan, “Katliamın hemen ardından olay yerine gitmeden bir gece önce Siirt’te gecelemiştik, orada bir toplantı yapılmıştı, ölenlerin yakınları da katılmıştı. Orada da konuşulmuştu, daha sonra gittiğimiz köylerde de hemen hemen aynı şey söyleniyordu. ‘Siz şimdi hemen çıkıp gideceksiniz ama biz buradayız, onlarla burun burunayız. Bize ne olacak?’ Biz de söz vermiştik, eğer bir şey olursa yine geleceğiz, sizi yalnız bırakmayacağız diye. Nitekim biz ayrıldıktan sonra jandarma o köyü ablukaya almış ve ne köyden dışarı bir insan bırakmış, ne de köye dışarından birinin girmesine izin verilmiş. Bu haberi alınca ikinci bir grup hazırladık. Farklı bir grup ile birlikte tekrar köye gittik” diye kaydediyor.
‘Korkuyorum’ dedi
Köye ulaştıklarında büyük bir sessizliğin hakim olduğuna işaret eden Yurdatapan, “İkinci gittiğimizde aynı köy hani kovboy filmlerinde seyrettiğimiz gangsterler geldiğinde korkup kaçan köylüler vardır ya kimse yoktur ortalıkta tavuklardan başka aynen öyleydi. Kimse yoktu. İnsanlar neden korka korka kaçmaya başlamıştı? Söz vermiştik, tekrar geldik işte. Ve bize ilk geldiğimizde olay hakkında bilgiler veren birisini gördük. Onunla konuşmaya çalıştık, siz böyle demiştiniz, ‘yok, hayır ben dememiştim, ben yoktum filan ‘dedi. Nasıl olur video çektik sizin görüntünüz var, siz bunları söylediniz dediğimizde tek kelimeyle, ‘korkuyorum’ dedi” diyor.
Videoları Avrupa’da yayınladık
Heyet İstanbul’a döner ve 4 Nisan’da bir basın toplantısı daha düzenler. Basın toplantısına yakınlarını kaybeden köylülerden bazıları da katılır ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurmak için ikna edilir. Heyet tarafından hazırlanan başvuru formları aileler tarafından imzalanır. Ancak bu basın toplantısının da medyada yer almadığına dikkat çeken Yurdatapan, “Hiç kimseden hiçbir ses çıkmadı. Bunun üzerine çektiğim videoları Avrupa’da bulunan Info-Türk ajansı tarafından yayınlanmasını sağladım” diyor.
İki itirafçı
3 Kasım 1996 yılında Susurluk olayı patlak verir. Ve sonrasında Susurluk olayıyla ilgili itirafçılar Murat İpek ve Murat Demir Radikal gazetesine röportaj vermeye başlar. Birçok cinayet ile ilgili ayrıntılı bilgi verirken cinayetlerin arkasındaki isimlerinde devlet güçleri olduğunu anlatır. İtirafçılar rütbeli askerlerin de öldürüldüğünü ve olayların PKK’nin üzerine yıkıldığını anlatır. Yine Albay Rıdvan Özden’in 12 Ağustos 1995’te bir komutanın emriyle yine bir asker tarafından vurulduğunu anlatır. Bu itiraflar üzerine Yurdatapan, itirafçılarla görüşmek için girişimlerde bulunur. O süreci Yurdatapan, şöyle anlatıyor: “Genelkurmay o yabancı gazetecileri uçakla almış helikopterle götürmüştü ve orada Albay Oğuz Karelioğlu, Genelkurmay adına PKK yol kesmiş falan filan diye bu yalan bilgileri vermişti. Gerçekler aydınlanmaya başladıkça Karelioğlu ile görüşmek için girişimlerimiz oldu ancak sonuç alamadık. Yine resmi kanalların hiçbirinden hiçbir yazımıza cevap gelmedi. Susurluk olayıyla ilgili iki itirafçının anlatımları üzerine bunlarla görüşmek için Radikal’den röportajı yapan gazeteci arkadaştan yardım istedik. Hem Güçlükonak olayının arkasında kimler var hem de başka bilgiler alırız diye. PKK tarafından vurulduğu iddia edilen Albay Rıdvan Özden’in eşi Tomris Özden de bu cinayetin peşindeydi. O kocasının cesedinin yanına engel olunmasına rağmen zorla girmiş. Alnında hiçbir kurşun izi görmemiş. Yani Türk askerleri tarafından öldürülmüş. Zaten o dönem üst kademelerdeki insanların bir vesileyle yok edildiği -Jandarma Komutanı Bitlis gibi- bir dönemdi. Özden de kendi kocasının katilleri hakkında bilgi alabileceğini umuyordu.”
İtirafçılar bilgiyle donatılmıştı
İtirafçılarla görüştükten sonra bazı tespitlerde bulunduğunu anlatan Yurdatapan, “Bu iki kişiyle uzun bir görüşme yaptık. Anlattıklarının büyük kısmı sonradan görüştüğümüz insanlar tarafından doğruladı. Fakat iki kişinin tüm bunları bilmesine pek ihtimal de yoktu. Tahminiz o ki emniyetin içindeki didişmelerden dolayı taraflardan biri bunları, bu bilgilerle donatıp ortalığa saldı. Onun da Hanifi Avcı olduğunu tahmin ediyorum. Nedeni ise tanınmış polis müdürlerinden kim varsa hepsinin aleyhine konuştular bir tek Hanifi Avcı’yı övdüler. Sonrasında Hanifi Avcı ile görüşmeye çalıştım ama bana randevu vermedi. Tabi o tür bir şey iddia edemem sadece bu bilgilerin hepsinin bu iki kişi tarafından bilinmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum. Hepsi birbirinden çok farklı olaylar anlattılar. Ama bizzat yaşadığımız olaylara dair verdikleri bilgiler doğru çıktı” diyor.
* * *
Katliamı Muhabere Arama Kurtarma timleri yaptı
Dönemin İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı Adnan Ekmen olaydan 13 yıl sonra Yeni Aktüel dergisine verdiği bir röportajda; katliamı PKK’nin değil JİTEM’in gerçekleştirdiğini söyler. Yine 2009 Nisan ayında Levent Göktaş’ın görev yaptığı dönemdeki bir devre arkadaşının savcılara ilettiği mektupta Güçlükonak Katliamı’nı Göktaş’ın başında bulunduğu ekibin gerçekleştirdiği ve olayın PKK’nin üzerine yıkıldığı belirtilir. 2010 yılında ise Eski Jandarma Kıdemli Yüzbaşı Özcan Tozlu’nun itirafları ortaya çıkar. Tozlu, dönemin Akçay Piyade Tugay Komutanı Albay Selahattin Uğurlu’nun emriyle, Muhabere Arama Kurtarma (MAK) timlerinin gözetiminde katliamın gerçekleştiğini söyler. Dönemin MAK Komutanı ise Albay Levent Göktaş’tır. Katliamda korucu Ahmet Özalp’ın da yer aldığını söyleyen Tozlu, korucu Özalp’ın Güçlükonak Katliamı için Akçay Tugayı’ndan 50 bin dolar aldığını da kaydeder. Tozlu, “Roket atacak ekip saldırı yerine helikopterle getirilip, götürülmüş. Özalp ve yakınları bu işin karşılığında Tugay’dan 50 bin dolar almış. Bunları MİT biliyor” diyor. Özalp ve ekibinin birçok faili meçhul olayda kullanıldığını söyleyen Tozlu, “Halen de kullanılmaya devam ediyor. Bu korucuların bölgede, Tugay’dan kelle başına para alarak infaz yapan tim olarak bilinir” diyor.
Bölge askerin denetimindeydi
Katliamın bölge insanına gözdağı ve PKK operasyonlarına hız vermek için yapıldığını belirten Tozlu, “Hareket odasına gittik. Haritadan olay yerini göstererek, tahlil yapmamı istedi. Olayın PKK’nin işi değil, askerin müsaadesiyle, bilgisi dâhilinde yapılmış olabileceğini anlattım. Çünkü bölge kurtarılmış, askerin elinde olan bir yerdi. Ayrıca PKK o dönemde silah bırakmıştı. Burada askerden habersiz kuş uçamazdı. Tahlil üzerine Şırnak İl Jandarma Komutanı Albay Tahsin Baltacıoğlu ‘Saçmaladın. Nereden uyduruyorsun’ diyerek beni odadan kovdu” diye anlatır.
* * *
Ne olmuştu?
Tarih 10-12 Ocak 1996’yı gösteriyordu. Yer Güçlükonak ilçesine bağlı Gêrê (Çevrimli) ve Yatağan köyleriydi. Köylere baskın yapan devlet güçleri, eski korucu olan Abdullah İlhan, Ahmet Kaya, Ali Nas, Neytullah İlhan, Halit Kaya ve Ramazan Oruç’u PKK’ye yardım ettikleri iddiasıyla gözaltına alıp, Taşkonak Jandarma Taburu’na götürür. Köylüler burada günlerce ağır işkenceye maruz kalır. 15 Ocak’ta ise Koçyurdu köy muhtarı ve aynı zamanda korucu olan Mehmet Öner’i arayan jandarma, gözaltındakileri serbest bırakacaklarını, onları almak için tabura bir minibüs göndermesini ister. Ancak Öner durumdan şüphelenir ve sürücü Ramazan Nas ile birlikte korucular Hamit Yılmaz, Abdülhalim Yılmaz ve Lokman Özdemir’i de yanına alarak 56 AH 320 plakalı minibüsle tabura gider. Ancak devlet güçleri korucuların gelmesini beklemiyordur. Ve bunun üzerine sonradan gelen korucular da ayrı ayrı odalarda infaz edilir. Daha önce işkence ile katledilen 6 köylü ile tabura sonradan gelen 4 korucunun cansız bedenleri minibüsün koltuklarına bağlanır ve başlarına çuval geçirilir. Şoför Ramazan Nas’ın kullandığı minibüs jandarmanın ve bir helikopterin kontrolünde yola çıkar. Yol ise aynı zamanda başka araçlar için askerler tarafından trafiğe kapatılmıştır. Minibüs planlanan yere getirilir ve içinde bulunan jandarmalar araçtan inip kaçmaya başlar. Ters bir şeylerin olduğunu fark eden Nas da araçtan iner ve farklı yönde kaçmaya başlar ancak jandarmalar tarafından kurşun yağmuruna tutulur ve katledilir. Ardından ise minibüse eşlik eden helikopterden indirilen askerler, minibüse 3 roket atarak yakar. Ve araçtaki 10 insan küle döner ve kimlik tespiti dahi yapılmadan, ailelerine teslim edilmeden, dini vecibeler yerine getirilmeden şoför Nas ile birlikte apar topar toplu halde gömülür. Öldürülenlerin yakınları AİHM’e Temmuz 1996’da başvurur ve AİHM bu davada Türkiye’yi mahkum edip, öldürülenlerin yakınlarına tazminat ödenmesine hükmeder. Dosya bu şekilde kapatılır.