Hakikatin dili ‘Keskin’dir

Gazeteci Bircan Değirmenci ile Eren Keskin’in hayatını kaleme aldığı Keskin Bir Hayat kitabını konuştuk: Onun yaşamı Türkiye hak hareketinin 30 yıllık bir özeti. Keskin gücünü tek kelimeyle cesaretinden alıyor. Malum kendi deyimiyle cesaret ve onur insanı koruyan bir şey.

Bazı hayatlar Keskin’dir, hem cesareti, hem sarihliği, hem vicdanı, hem de acısıyla öyledir. Hakikat de Keskin’dir! Dokunulmaz alanlara dokunmak, tabuları yıkmak, ateşten gömlek giymek, köyü yakılanla yanmak, işkence edilenlerin tarifsiz acılarını ruhunda hissetmek, yol arkadaşlarını bir bir yitirmek, onların sonsuz cesaretini, baş eğmeyen ruhunu sırtlanmak zordur. Her hayat başedemez. Sezen Aksu’nun şarkısında geçen bir sözü uyarlarsak “acıdan geçmeyen hayatlar biraz eksiktir.” İşte Eren Keskin o yollardan geçmiş, hem kendi hakikatini, hem halkının hakikatini hem de yaşadığı ülkenin hakikatini zarafetle, cesaretle taşıyan bir hayat. Çoğul bir hayat. Her direnen, her baş eğmeyen bir parça bulur onda kendini.

Gazeteci Bircan Değirmenci’nin kaleme aldığı ve İletişim Yayınları’ndan çıkan Eren Keskin’in biyografisi Keskin Bir Hayat, işte bize çoğu zaman unuttuğumuz bu hafızayı hatırlatıyor, hakikatin hafızasını. Onunki bir hayata birçok hayatı sığdırmış bir hikaye.

Keskin’in çocukluk yıllarından, gençlik yıllarına, Özgür Gündem’den Apê Musa’ya, Gurbetelli Ersöz’e, 90’lı yılların karanlığını aydınlığa çıkarmak için hakikat mücadelesi verdiği yıllara uzanan bir hayat. Kürt olduğunu 13 yaşındayken kuzeninden öğreniyor: “Kürtlük nedir bilmiyordum. Lisedeyken eylemlere katıldığımızda ‘Kurdara Azadî (Kürtlere Özgürlük)’ diye bağırılıyor. Ben diyorum demek ki Kürtlük iyi bir şey. Herkes Kürtler için bağırıyor. O kadar bilgisizim yani. Sonrasında tabii ki yavaş yavaş öğrendim ama benim için milat 13 yaşımdır.” s.53.

Yine 13 yaşında Denizlerin idamından sonra avukat olmaya karar veriyor…

Kitabı okurken sanki tarihte gezintiye çıkmış hissine kapılıyor insan, zaman zaman onunla gülüyor, zaman zaman ise içinize düşen acıyla baş etmeye çalışıyorsunuz. Hakkında onlarca dava açılmış, hapis cezalarının toplamı 26 yıl, 9 aya varmış, hala yargılandığı çok sayıda davası var. Ancak olduğu yerde, hiçbir yere gitmez. Eren Keskin’in anlatıldığı “Keskin Bir Hayat” kitabının yazarı Bircan Değirmenci ile konuştuk. Buyrun Keskin hayata…

Bu biyografiyi yapma fikir nereden çıktı? Ne oldu da Eren Keskin’i yazmanız gerektiğini düşündünüz?

Aslında fikir benden çıkmadı. Eren Hanımla gazeteciliğe başladığım 1996’dan beri tanışıyoruz. Kendisi gerek yaptığı röportajlarda gerekse dost meclislerinde yaşadığı anıları anlatırdı. Çevresinden sürekli bunların yazılmasını isteyenler olurmuş. 2018 yılının Aralık ayında Özgür Gündem Genel Yayın yönetmenliği dolayısıyla hakkında yüzü aşkın dava açıldığı için kendisiyle röportaj yaptım. Genelde yaptığım röportajları portre şeklinde yaparım. Çok keyifli bir söyleşi olmuştu. Görüşmemiz tamamlandıktan sonra anılarını kitaplaştırmak istediğini ve bunu da benimle birlikte yapmak istediğini belirtince hem çok mutlu oldum hem de onur duydum. Heyecan verici bir şeydi. Elbette kaygılanmadım desem yalan olur, ağır bir yükün altına gireceğimi biliyordum. Çünkü Eren Keskin ağır bir isimdi.

Yaşayan birinin biyografisini yazmak nasıl bir duygu? Hele ki bu kişi Eren Keskin gibi Türkiye ve Kürdistan’ın yıkım ve vahşetle dolu yakın tarihinin en önemli isimlerinden birisinin biyografisiyse…

Yaşayan birinin biyografisini yazmak zordur. Bu nedenle daha çok nehir söyleşi tercih edilir. Biz de öyle başladık ama soru-cevap şeklinde ilerlemek ikimizin de içine sinmedi. Çünkü neticede 25 yıllık meslek hayatımda ben de bir şekilde anlatılan şeylerin tanığıydım. Örneğin DGM koridorlarında, Öcalan’ın getirilişi sırasında yapılan eylemlerde, basın açıklamalarında haber takibi yaptığım için anlatılanların yabancısı değildim. Bu sebeple bu kitaba tam olarak biyografi de diyemem, anı kitabı da diyemem. Çünkü biz üçüncü bir yol denedik. Belki bir belgesel metni gibi diyebiliriz. İkili bir anlatım oldu. Okuyanların yaptığı geri dönüşlerde bu tarzın daha akıcı bulunduğunu duyuyoruz.

Eren Hanım Türkiye’deki hak arama mücadelesinde önde gelen en önemli isimlerden biri. Sadece kayıplar ve faili meçhul cinayetlerin değil kadınlar, LGBTİ+ bireylerin hak arama mücadelesinde de en ön saflarda yer alıyor. Onun yaşamı bir anlamda Türkiye hak hareketinin 30 yıllık bir özeti. Bu nedenle kesinlikle yaşadıklarının kalıcı bir hale gelmesi gerekiyordu. Üç yıllık bir arşiv çalışması sonucunda ortaya çıkan bu kitap bir anlamda o dönemi yaşayanlar için bir hafıza tazelemesi olurken genç kuşak için de “bu ülkede bunlar yaşandı” demek içindi. Ayrıca buradaki amaç sadece bir kişinin hayat hikayesini anlatmak değildi. Kitapta birçok kişinin hikayesi var ve o hikayelerin perde gerisinde yaşanan olaylar var.

Türkiye’nin yakın tarihine baktığımızda gerçekten çok fazla dehşet verici şey yaşandı. Eren Keskin de bir hak savunucusu olarak neredeyse bütün bunların merkezinde yer aldı. Siz dışarıdan bir göz olarak Eren Keskin’in tüm bu yaşananlara karşı durma gücünü neye yorumluyorsunuz? Gücünü nereden alıyor?

Eren Keskin bu gücünü tek kelimeyle cesaretinden alıyor diyebilirim. Onun tek kalkanı cesareti. Malum kendi deyimiyle cesaret ve onur insanı koruyan bir şey.

Süreç içerisinde Eren Keskin’le sayısız kez görüştünüz. Başından geçen veya tanık olduğu birçok şey anlatmıştır. Bu anlatılar arasında sizi en çok etkileyeni veya etkileyenleri hangisiydi? Bu sizi hangi açıdan etkiledi?

Hala derneğin eş genel başkanlığı ve avukatlık yaptığı için çok yoğun olduğundan kitap görüşmesi için çok özel zaman yaratmakta zorlandık. Bu nedenle dava takibi için gittiği yerlerde görüşme fırsatı yaratmaya çalıştık, İstanbul’da, Ankara’da, Diyarbakır’da, Bodrum’da, Datça’da. Eren Hanım çok iyi bir anlatıcı, kimi zaman anlattıklarına kahkahalarla gülerken kimi zaman da gözyaşlarımıza engel olamadık. Olayları aktarırken o günlere dönüp o anları yeniden yaşıyordu. Mesela sürekli durup “Bazen dönüp bakıyorum da biz bunları nasıl yaşamışız, nasıl göğüs germişiz, şaşırıyorum” diyordu. Her şeyi çok açık yüreklilikle anlattı. Anlattıkları arasında beni etkileyen çok fazla şey oldu ve bunlar kitapta kendine yer buldu. Eren Keskin küçük burjuva bir aileye mensup. Demokrat ve rahat bir ortamda yetişen, Kürt olduğunu bile tesadüfen öğrenen biri. Bu kimliğini kültürel olarak yaşama imkanı olmamasına rağmen bir kenara atmamış, hiç kimsenin gitmeye cesaret edemediği yıllarda Kürt illerine giderek o halkın yaralarına derman olmuş. Oralarda saldırıya uğramış, ölümlerden dönmüş. Bu bir vefa örneğidir. Josephine yengesiyle birlikte öğrendiği Ermeni meselesi keza aynı şekilde. Yengesinin Hristiyan olmasına rağmen din değiştirmeye zorlanması bir şekilde ülke gerçekliğini de ortaya koyuyordu.

Çalışmanız aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan’daki hak mücadelelerinin tarihi için de bir kaynak niteliği taşıyor. Siz bu ve böylesi çalışmaların gerekliliği hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Sosyal medya ile birlikte giderek her şeyin çok çabuk yaşanıp tüketildiği bir toplum haline geldik. Her şey çok hızlı, bilgi çok hızlı yayılıyor ama bir o kadar da çabuk unutuluyor. 90’lardaki birçok aktör şu anda bambaşka kulvarlarda söz sahibi olarak yaşamını devam ettiriyor. Sanki o durumların müsebbibi değillermiş gibi. Pek çok faili meçhul kalmış ve dosyaları zaman aşımına uğrayarak cezasızlıkla sonuçlanmış isimler var, bunların acısını yaşayan aileleri var. Yeni nesil bunları bilmiyor, bilenler de artık hatırlamıyor. Bu nedenle hafızayı diri tutmak lazım. Bunun için de gerek kitap, gerek belgesel, gerek film gibi üretimlerle bu tarihsel süreci insanlara ulaştırmak ve balık hafızası durumdan kurtulmak gerekiyor.

Eren Keskin gibi figürler dünyanın her yerinde ve tarihin her anında sayıca az fakat etkileri çok. Kıyas gibi değil ama her coğrafyadan benzer duruşlar sergileyen figürler sayılabilir. Sizce Eren Keskin nasıl bir etki bırakıyor toplum açısından?

Hayatına dokunduğu, değdiği herkeste iz bırakan bir karakter. İnandığı ve doğru bulduğu yolda ilerlerken çok net tavır sergiliyor. Birçok kadına rol model olmuş, sembol bir isim. Fikirlerinde istikrarlı olduğu için toplumun güvenini ve saygısını kazanmış durumda.

Biraz da karşı tarafı merak ediyorum. Eren Keskin’in devlet, ataerki, tabular, feodalite vb. birçok erke karşı mücadelesi var. Sizce egemenlerin gözünde Eren Keskin nasıl biri?

Hakkında açılan davalar ve sosyal medyada trollerin tehditlerine bakarsak onların gözünde hala etkili ve ‘tehlikeli’ biri. Çünkü 27 yıl hüküm giymesine rağmen çekinmeden, onların gözünün içine bakarak sözünü esirgemiyor ve “hiçbir yere gitmiyorum, buradayım” diyor.

Yıldırım Türker’in kitaba giriş yazısı

 

“Kolay değildir, insan hakları mücadelecisi olmak. Düşman olmayı, lanetli olmayı, bütün güvencelerden birer birer soyunmayı göze almak, insanın yakınlarına tavsiye edebileceği bir hayat tarzını işaret etmiyor elbet. Ama kimileri, nedendir bilinmez, kendilerine böyle bir hayat seçer. Kendilerini böyle oldurabilirler. Sabahtan akşama gerilimli bir vakanüvislik sürdürür; yazılması, söylenmesi yasaklanmış, görmezden gelinmesinde karar kılınmış vahşeti, zulmü kayda düşerler. Onlar, kimi korku filmlerinde, ardında bekleyen canavarı sezse de o karanlık kapıyı usulca aralamaktan kaçınmayan kahramanlara benzer. Ama onları yönlendiren, ket vuramadıkları merakları değil, sesini duyuramayan kurbana ses olma konusundaki kararlılıklarıdır.

(…) Dayak yerler. Tehdit edilirler. Bu toplumun kurallarınca saygın iş insanı olmayı reddetmiş, her an polis takibi altında yaşayan, damgalı varoş sakinleri olarak kıyıda durmayı seçmişlerdir. Tuhaftırlar. Enerjileri had hudut bilmez. Çoğunluk uykusuz, kimileyin aç karnına, oradan oraya koştururlar. Basın toplantıları düzenlerler. İşkence mağdurlarına, tutuklu yakınlarına, kayıp analarına, türbanlı kızlara, düşünce ‘suçlularına’, travestilere, dayak yiyen kadınlara, hakkı çiğnenen işçilere; postalların, yumrukların, copların, küfürlerin menzilinde yaşayan herkese yetişmeye çalışırlar. Kapılarını, telefonlarını, kulaklarını gece gündüz açık tutarlar.

Tuhaf bir inatla, burada, yanı başımızda, itile kakıla, hiçbir yere kaçmadan, sırası geldiğinde aralarından birkaç kişiyi hapishanelere uğurlayarak, ama hiç ara vermeden o uğultulu yayınlarını sürdürürler. Solcu bir işkence mağdurunu savunurken bölücü örgüt üyesi, türbanlı kızın hakkını savunurken irticacı, travestiyi savunurken ahlâk düşmanı ilan edilirler. Bir yere kaçmazlar. Hep burada, inadına vahşetin menzilinde dikilirler.

Eren Keskin, bu tuhaf insanlardan biridir. Onu görmüş olabilirsiniz. Hiç değilse bir fotoğrafını. Aşağılayıcı bir gazete manşetinin hemen altında. Belki de karşılaşmışsınızdır. Bir mahkeme ya da cezaevi kapısında, Cumartesi Anneleri’nin arasında. Ama çoğunluk polis kordonunun berisinde. Tam da orada.

Kimilerinin kirli bir istihzayla andığı, kimilerinin açıkça bölücülüğün fısıltısı olarak algıladığı insan hakları kavramı, zamanla hayatımızın orta yerine oturdu. İnsan olmanın, kendinin olduğu kadar ötekinin de temel haklarını korumaktan, savunmaktan geçtiğine inananlar çoğaldı. İnsan Hakları militanı, denetçisi insanlar, ihlalcilerin başına bela oldular. İtilip kakılmayı göze alarak hayat bekçiliği yaptılar. Bu topluma başka bir hayatın mümkün olduğunu hissettirmek için nice zorluğu göze aldılar.

(…)

Avukat Eren Keskin 90 yılından itibaren faal bir İnsan Hakları Derneği üyesi olarak çalıştı. 4 yıl, derneğin İstanbul şubesi başkanlığını üstlendi.

Nice saldırılara uğradı, tehditler aldı. 1995’te Medya Güneşi dergisiyle yaptığı röportaj nedeniyle yargılandı, hüküm giydi. Cezası ertelendi, üç yıl sonra da geçerliliğini yitirdi. DGM yargılanmalarını meşru kabul etmeyen Baro, Disiplin kovuşturması açmadı. Ama kararlı savcılığın temyizi ve dayatması sonucu Keskin’e 1 yıl avukatlıktan men edilme cezası çıktı. Şimdi sürmekte olan bir dizi davası var. Çoğu antimilitarizmden.

Üniformalıların tecavüzüne uğrayan kadınların sesi olmak kolay değil elbet.

Kimi insanlar hayatlarını ahlâki bir öneri gibi kurgular, öyle de yaşar.

Eren Keskin de onlardan biri. O, mutlaka bizi rahatsız etme, huzurumuzu kaçırma, bastırıp susturmaya çalıştığımız vicdanı kışkırtma görevini sürdürecek. Hakkı çiğnenen, hayatı paralanan, sözü ketlenenlerin yanında durmayı sürdürecek. Çünkü, bu göreve kendi kendini memur etti. Bu, hayatını saf vicdanın, saf adaletin peşine salmış tuhaf insanlara akıl erdirebildiğimizde, insanın yepyeni, olağanüstü bir tanımını yapabileceğiz. O tanıma yakışacağız.” s.15-16.

“Yıllar önce yazmış olduğum bu yazıyla başlamak istedim. Onca yıl hemen hiçbir şeyin değişmemişliğinin kederli bilgisiyle. Öncelikle Eren Keskin bir parrhesiastes’tir. Antik Yunan’dan miras, Foucault’un deştiği o ‘hakikati söylemek konusunda dürüstlük’ kavramının ta kendisi.” s.17.

https://www.ozgurpolitika.com/haberi-hakikatin-dili-keskin-dir-158629

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir