Gülcan Dereli/Yeni Yaşam
Ermeni müzisyen Arto Tunçboyacıyan ile bu toprakların felsefesini ve musallat olan laneti konuştuk: Niye insanlar birbirlerine nefret, kin duyuyor? Çünkü birileri yönlendiriyor. Benim ruhumda biri nefret ararsa sevginin şamarını yer!
Arto Tunçboyacıyan, bu topraklardan yetişen büyük müzisyenlerden biri. Kendi deyimiyle baharatı Ermeni, özü insan. 1957’de İstanbul’da doğdu. Sezen Aksu ile hafızalara kazınan şarkılar üreten Onno Tunç’un kardeşi. Kendisi de Sezen Aksu ve Yaşar Kurt ile hepimizde hatırası olan birçok çalışmaya imza attı. Mesela “Onu alma beni al”, “Yeniliğe doğru” gibi… 10 albüm yaptı şimdiye kadar. O dünyaca da tanınan Grammy ödüllü bir müzisyen. Bu toprakların ‘güzel baharatları’nı dünyaya yaymaya adamış kendisini. Biz de bu savaş hengâmesi içinde kendisine ulaştık. Kulakları sağır eden bu milliyetçilik gürültüsü içinde müziğin evrensel melodisinin sesine kulak verelim dedik. Arto Tunçboyacıyan, bize insanlığın düştüğü kapanları ve kurtuluş melodisini çaldı. İyi okumalar…
§ Dağlık Karabağ’da bir savaş başladı. Azerbaycan o toprakların kendisine ait olduğunu savunuyor. Her savaşta olduğu gibi öncelikle siviller hedef oluyor. Siz bu savaşı duyduğunuzda neler hissettiniz ve nasıl görüyorsunuz?
İnsan olarak ürperiyorsun. Hangi taraftan olursa olsun ufacık çocuklar, genç çocuklar… Liderlerin çıkarları için çocuklara yazık günah, hayatları kayboluyor. Bir örnek vereyim. Avrupa kıtası da 70-80 sene evvel birbirlerini yediler ama şimdi sınırları yok. Belki bundan bin sene sonra veya 50-100 sene sonra insanlar birbirini sevmeseler de eğer fikirleri insanlığa, doğaya zararı yoksa, birbirlerini kabul ettikleri zaman burada da o sınırlar kalkacak Mezopotamya bölgesinde. Toprak, benim, senin, onun, herkesin. Bu dünya hepimiz için, ne yazık ki insanların toprakları sahiplenmesi olayları buraya getiriyor. Halbuki birbirine saygı gösterse, insanca yaşamasına dikkat etse her yer huzurlu olur. Benim görüşüm bu, hiçbir zaman savaşı destekleyen bir insan değilim. Haberleri dinliyorum, takip ediyorum, insanlar ateşe benzin dökerek reaksiyon veriyor ama herkes yerinde oturuyor sadece o genç çocuklar durduk yere ölüyorlar.
§ Bu savaş sanki tarihi yeniden bugüne getirdi. Belki de burayı hiç terk etmeyen bir tarih. Ermeni Soykırımı’ndan bahsediyorum. Savaş başladığında aklımıza bu tarihsel hafıza geldi. Türkiye’de birçok Ermeni yurttaş ırkçı yaklaşımlara muhatap oldu. Bazı araçlar kiliselerin oradan geçerek provokasyon yaptı. Burada çok az sayıda kalmış Ermeni yurttaşlar tedirgin. Siz de diğer Ermeni yurttaşlar gibi bu topraklarda derin kökleri olan bir insansınız, bu ırkçı yaklaşımlardan nasıl kurtuluruz? Derman nedir?
İnsanlar nefretle, kinle besleniyor. Herhangi bir çocuk hiçbir zaman nefret ve kinle doğmaz. Onu büyükler kafasına yerleştiriyor. Olay zaten burada bence. İnsanlar birbirlerinin ırkını, inançlarını sorgulayacağına niyetlerini sorgulasınlar. Kindar, dindar diyor. Yani kindar, dindar nasıl oluyor ki anlamıyorum. Hem Allah bir diyorlar. Ondan sonra Allah adına öldürürüm diyorlar. Bu nasıl bir zihniyet? Benim için hangi ırk olursa olsun, hangi inanç olursa olsun, eğer düşüncelerinde, fikirlerinde, zihinlerinde, niyetlerinde insana ve doğaya zarar veren bir şey yoksa demin dediğim gibi sevmesem de saygı gösteririm. Ben onları geçtim artık. Çünkü benim artık o topraklar.
Beni o topraklardan çıkarabilirsin ama benim içimdeki o toprağı çıkaramazsın, yani ben o toprağın felsefesiyle kimsem bugün o yere gelebildim. Japonya’nın toprağının felsefesiyle değil. Ama acı taraf o topraklarda yaşayanlar o topraklardan değil çünkü anlamıyorlar o toprağın felsefesini. Hepimiz aynı insanlarız, e problem nerede, işte zihniyette. Düşünce şeklinde. Niye mesela insanlar birbirlerine nefret, kin duyuyor? Çünkü birileri öyle yönlendiriliyor. Eğitim öyle. Ben onu biliyorum. Biz Ermeni okulunda Türklerin bizden ne kadar nefret ettiğini okuyarak büyüdük. Ama hiçbir zaman ben ne aileme ne de çocuklarıma ve torunlarıma böyle konuşmadık.
Hatta keşke yan yana olsak da hanım arkadaşımdan dinleseydin. Bir olay yaşadık kızımla. Kızım Ermenistan’a geldi. Burada öğrendi soykırımı. Hanım arkadaşımla kızım Soykırım Müzesi’ne gitmişler. Ben nerede olduğunu bile bilmem. Ondan sonra kızım geldi bana sinirlendi. Niye böyle bir şeyi bana söylemedin diye. Niye devam ettireyim? Kimse bir şey unutmuyor. Sadece Ermeni, Türk ya da Azeri, Ermeni arasında olmuyor ki. Her yerde oluyor. Demek ki bu insanlığın problemi onun için insanların biraz farkında olması lazım. Ve insan gibi yaşamayı öğrenmeye odaklanalım yani çalışalım en azından, ben ona çalışıyorum. Benim ruhumda biri nefret, kin ararsa sevginin şamarını yer.
§ Siz daha önceki bir söyleşinizde söylemiştiniz, kardeşiniz Onno Tunç müziğin evrensel dili ile ırkçılığa karşı direndi diye. Burada müziğin, sanatın bu evrensel dili ne kadar merhem olabilir?
Sanatın ne ırkı vardır, ne dini. Sanat kendisidir. Ama ne yazık ki nefret ve kini olanlar sanatı kullanıyorlar. Yoksa sanatta ne nefret ne de kin vardır. Gerçek sanattan bahsediyorum. Sanatı kendi bencil çıkarları için kullananları demiyorum. Sanatın, sanatçının dini, ırkı sanat. Benim baharatlarım Ermeni. Benim temelim insan. Benim ne düşmanım var, ne de kin beslediğim biri var. Beni düşman gibi görenler var. Onların problemi. Ben öyle yaşamıyorum. Hatta Nisan 24 benim en mutlu günüm. Yaşadığım için mutluyum. Çünkü bitiremediler, o insanlar bizim mutlu yaşamamız için öldü. Nisan 25’i düşünüyorum insan olarak nereye gidiyoruz? Nisan 25’te uyanırsam sevgi, saygı, dürüstlükle insanlığa hizmet etmekten mutluluk duyuyorum. Huzurun, barışın tek ilacı var. İşte o da dürüst olmaktır. Bunun da tek virüsü var. O da işte insanın yalan zihniyeti, kötü niyeti. İnsan en tehlikeli virüs bir yerde.
Çok genç arkadaşlar, müzisyen, 18 yaşında çocuk ilk ölenlerden. Aynı şekilde Azeriler tarafından da yazık günah değil mi? Herkesin bir anası var ya. Anadolu’da bir söz var, Allah düşmanıma bile evlat acısı vermesin diye. E bunu söyleyip de eline silah verip karşındakini vurduğun zaman işte onun da bir anası var. Onun için insanların biraz düşünceli olması lazım. Hiç kimsenin hakkı yok yeni doğan bebekleri, tertemiz çocukları birbirine düşman yapıp öyle bir hayat bırakmak onlara.
Ailemin başına gelenler… Ben 77 ile 79 arası askerdim Türkiye’de. Yani ailemin başına gelenleri de biliyorum. Ama geçmişe takılmıyorum. Ben bir insanım, toparlanıyorum ve ileriye dönük, nerede iyi insanlar varsa onlarla beraber bir araya gelmeye çalışıyorum. Hangi ırk sonsuz kalmış ki? O bölgenin insanlarıyız. Kim garanti veriyor ki 20 bin, 30 bin sene sonra Ermenilik olacağını veya Türklük kalacağını ama insanlık kalacak. Kalan şey ne oluyor? İnsanlığa verdiğin iyi niyetli paylaşım ve hizmet. Benim anladığım bu. Tabii insanı insan yapan şey de demin dediğim gibi vicdan.
§ Bizi kendimiz kalarak ne buluşturabilir? Nasıl bir ortak yaşam kurabiliriz?
Hayvanları çobanlar toplar. İnsanların bir araya gelmesini, toplanmasını sağlayan da fikirdir. Fikrin ne dini olur, ne ırkı. Beraber yaşamak yani milleti millet yapan bir fikir. Herkesin istediği yüzde yüz olmayacak ama herkesin kendini yüzde yüz iyi hissedebileceği bir fikirde buluşabiliriz. Ama herkesin istediği yüzde yüz olmasına uğraştığın zaman işte problem başlıyor. Hem ayrı kültürlerin zenginliğinden bahsediyoruz. Hem de bir tane şekle sokmaya çalışıyoruz. Ben onu 97’de şarkıda yazdım. Herkes kendi gördüğüne doğru der ya. Orada problem başlar. Bir arada ortak doğruda buluşulması en doğrusu. Ermenistan’daki devrimi yapanı tanıyorum. Bir taraf demokrasiyle yonetiliyor, diger tarafları aileler yönetiyor. Sanki bunlar rahatsız ediyor bu insanları çünkü kendi iç problemlerini örtmek için milliyetçi bir kuvvet lazım. Bana sorarsan Avrupa’da, Yunanistan’da denediler olmadı, şimdi bu tarafa döndüler. Bilinen bir naftalin. Ekonomi kötü oldu mu daha çabuk sinirleniyorsun. Bunlar da bu duruma gelmemize sebep. İşte böyle bir gerginlik başlıyor.
§ Azınlık olmak nasıl bir şey?
Azınlık olduğun zaman 4 şeye çok önem vermen lazım. Onlardan biri reaksiyon ve farkındalık. Kimliğinden nefret edildiği zaman çoğunluğun içinde nasıl yaşayabileceğini öğrenmen için onların seni anlayacağından daha evvel senin onları anlaman lazım. Ki kendi yolunu bulabilesin. Biz öyle büyüdük. Azınlığı iki türlü anladım. Bir tanesi kendine olan baskıdan ona takılıp kalıyor. Öyle de mezara gidiyor. Bir tanesi de kendi üretimiyle yolunu buluyor. Onu da yapabilmen için çoğunluğu çok çabuk anlaman lazım. Türkiye’de benim zamanımda bu konuda çoğunluk olan insanlar şimdi azınlık oldular. Onun için bizler iyi örnek olabiliriz. Hani derler ya su yolunu bulur. Biz o düşüncedeyiz. Su gibi yolumuzu kimseye zarar vermeden bulmaya çalışıyoruz.
ABD’de siyahlara ırkçılık arttı. Türkiye’de de Kürtlere yönelik ırkçı saldırılar arttı. İki Kürt yurttaş helikopterden atıldı mesela.
Türkiye’yi oradakilerden daha fazla takip ediyorum. Çünkü tek umudum huzurlu bir şekilde nasıl hep beraber yaşanabilir? Onun için de iyi insanların bir araya gelip negatif düşüncelerden sıyrılmaları lazım. Ben kendim en azından ailemden öyle gördüm, öyle devam ediyorum.
Başka seçeneğin yok. Öteki türlü kendine zarar veriyorsun. Negatif bir şeyi devam ettiriyor. Yani nefrete nefretle, kine kinle cevap vermek nefretler, kinler yaratıyor. Orada da öyle, buradaki Michael Jordan da öyle. Niye öyle çünkü kendini bir yere getirmiş. Sevmeyen insan bile istemese de onu kendi takımına almak istiyor. Bizler de öyleyiz. Dürüstlük. Yaptığın mesleğin neyse hayatını dürüst şekilde yaşadığın zaman insanlığa verilen en iyi ve en büyük fayda bu. İnsanız. Biz insan olmamayı öğretiyoruz. Onun için eğitim çok önemli. Eğitim lafı da biraz sakat laf. Hayvan eğitilir. İnsan paylaşır. Esasında paylaşımdır. O öğretmenlerin isimlerinin değişmesi lazım. Yön gösteren değil de tecrübeleri paylaşan, bence öyle. Çünkü insana yön gösterdiğin zaman o yön yanlışsa onu düzeltilmesine bazen hayat yetmiyor, nesiller yetmiyor. Onun cefasını çekiyoruz. İnsanlar birbirine kini ve nefreti devamlı yeni jenerasyonlara aktarmışlar, aktarıyorlar.
§ Siz bu aralar neler yapıyorsunuz? Biraz çalışmalarınızdan bahseder misiniz? Müzik konusunda neler yapıyorsunuz, bize biraz tüyo verir misiniz?
Müzik yapıyorum. Yeni bir müzik yazma fikrim var. Tek bir hisle çalınan değil de multi, çoğulcu hisle bir yazma şekli var, onunla uğraşıyorum. Bir sürü şeyler yapıyorum kafamda. Müzik her zaman iyileri doğurur. Sanatçı yaşlandıkça sanatı gençleşen oluyor. Ben kendimi sanat üzerine insanlığa hizmet etmeye adadım.
Onun için insanlardan bir tek ricam ne meslekte olursa olsun, ne şekilde olursa olsun hayatlarını, mesleklerini en dürüst şekilde yapsınlar. Domates üreten en dürüst şekilde üretsin, ayakkabı yapan, müzik yapan, doktor herkes, idare eden onları olursa zaten konuşmamıza hiç gerek yok ki. İnsan gibi görünenler değil de insan gibi yaşayanlar olarak görünürüz. O yüzden ben ona karar verdim epey zamandır. 50 senedir dürüstçe yaşayabildiğimi yapıyorum. Fikirlerin insanlara zarar vermiyorsa paylaş. Ben zaten yön vermiyorum, paylaşıyorum. Onun için 97’de o şarkıyı yazdım. Herkes hayatı bir şekilde görüyor. O değişik olmamızdan faydalanacağımıza, bir tanesi çıkmış benim gördüğüm gibi herkes görecek diyor. İşte problem başlıyor. O diyenlerin hiçbiri kalmamış. Kleopatra nerede? Sezarlar, sultanlar nerede? Bize ne kalıyor? İşte insanlığa verdiğin hizmet. İşte ben onun için dikkat ediyorum ki hiç kötü bir şey kalmasın. İnsanlar bu farkındalıkta olduğu zaman bir şeylerin daha iyi farkında oluruz. O yüzden ben insanları düşünmeye davet ediyorum.
2 Ekim 2020 Cuma – https://yeniyasamgazetesi3.com/icimdeki-o-topragi-cikaramazsin/