Sultan Uruk, o günlerde daha çocuk. O yıllarda özellikle köy ve ilçelerde yaşayanların sıkça tanıklık ettiği bir vahşete o da tanık olur. Şimdilerde avukat olan Sultan Uruk, hafızasından asla silemediği olayı şöyle anlatıyor: “Köyümüz Van Gürpınar’a bağlıdır ama Hakkari’ye sınırdır. Bölgeler var işte Çiyareş’tir, Feraşin bölgesidir, orada çatışmalar çok olurdu. Her gece çatışmaların olduğu, silah seslerinin, patlamaların olduğu bir zamandı. Üç, dört yaşlarındayım. Yine bir gece çok fazla silah sesi duyduk. Biz sabaha kadar yine uyumadık, sabah olunca zaten önceki çatışmalarda da hep sabah olunca Faraşin’de ve Çiyareş bölgesinde çatışma olmuştur diye konuşuluyordu. O olayda da yine aynı şekilde biz sabah yine çatışmanın olduğunu öğrendik. Ama o diğer çatışmalardan farklı olarak o gün köye cenazeler getirildi. Biz çocuktuk, çıktık baktık” diyor.
Helikopterden sarkıtılan cenazeler
Köylerinde bir karakol olduğu dile getiren Uruk, “Köyün hemen içinde bir karakol. Biz çocukken helikoptere ilgi duyuyorduk. Bir de helikopter kalkınca biz işte damlara çıkardık helikopteri daha yakından görmek için. Yine helikopter sesi gelince biz bütün çocuklar damlara çıktık. Ama bu sefer helikopterde feci bir şey gördük. Helikopterin kapısı açık, üst üste istiflenmiş şekilde insanlar sarkıtılmıştı. İlk gördüğüm şey oydu. Bizim evimiz köyde çok yüksek bir yerdeydi. O yüzden daha net görüyorduk. Geldiği yerden inişe geçtiğini görebiliyorduk. Ben o görüntüyü de çok net gördüm. Tam inişe geçtiği zaman içinde iki üç canlı asker ve kapısı açık bir şekilde üst üste istiflenmiş kolları kanlı, kafaları kapıdan sarkmış insanlar vardı” diye vurguluyor.
Cenazeler köy meydanına atıldı
Daha çok küçük olduğu için gördükleri karşında korkuya kapılan Uruk, helikopterin inişe geçtikten sonrasını hatırlamıyor ancak farklı tanıklar, o sırada PKK’lilerin helikopterden köy medyanına atıldığını söylüyor.
Cenazelerin iki gün boyunca çatışma alanında bırakıldığını ifade eden dönemin görgü tanıkları, daha sonra cenazelerin askerler tarafından at, katır ve arabaların arkasına bağlanıp sürüklenerek, Tüzek Köyü’ne götürüldüğünü söylüyor. Tüzek Köyü’ne götürülen cenazeler, daha sonra buradan helikopter ve sivil minibüslerle Yalınca (Dim) Köyü’ne götürülür. Yine helikopterle götürülen cenazelerin havadan köy meydanına atıldığını ifade eden görgü tanıkları, cenazelerin bir gün boyunca da köylülere gözdağı için köy meydanında bekletildiğini belirtiyor.
Kadın gerilla çıplaktı
Olayın ardından köy halkının cenazelere bakmak için dışarı çıktığını söyleyen Av. Sultan Uruk, şöyle devam ediyor: “Cenazeler karakolun orada tarlada yan yana dizilmişti. Aralarında bir de kadın gerilla vardı. Daha önce köyde çocukları PKK’ye katılmış aileler vardı. Karakol komutanı olsa gerek bilmiyorum. Gelin bakın cenazeler içinde çocuklarınız var mı varsa alın minvalinde şeyler söylüyordu. Çocukları katılım yapmış aileler de cenazelere baktı. Biz çok yaklaşmadık sadece aileler teşhis için gidip baktılar. Bizim köyden kimsenin çocuğu teşhis edilmedi. Ancak aileler teşhis için gittiğinde kadın gerillanın çıplak olduğunu gördü. Bunun üzerine bir tartışma çıktı. Annelerimizin giydiği kiraz fistanlar vardı. Karakol komutanıyla konuşup çıplak kadın gerillaya bir fistan giydirmek istediler. Bir şekilde kadınlar o elbiseyi kadın gerillaya giydirdi. Cenazeler feci durumdaydı. Cenazelerin getirme şekilleri feciydi. O küçük aklımızla bir ölüye nasıl davranılması gerektiğini az çok biliyorduk. Orada anormal bir şeylerin olduğunu anlamıştık. Yani normal bir cenaze töreni olmadığını ve normal bir gömme biçimi olmadığını zaten anlıyorduk. Yani hiçbir şeye, geleneksel hiçbir hassasiyet göstermediklerini biliyorduk.”
Anneler fistan giydirdi
Daha sonra kepçelerle bir çukur kazıldığını dile getiren Uruk, anlatmaya şöyle devam ediyor: “Köyün çıkışında köyün kendi mezarlığı var. Köy mezarlığının hemen yanına o çukuru kazdılar. Normal elle de kazılmadı. Çok iyi hatırlıyorum. Sayı çok fazlaydı. O döneme kadar hiç kepçe görmemiştik. Kepçe gelmişti ve kepçeyle kazıldı. Daha sonra herkesi içine attılar. Köylüler itiraz etti hatta şunu çok iyi hatırlıyorum. Anneler kadın gerillanın ayrı gömülmesini istedi. Kadın arkadaşı erkek arkadaşlarla gömmeyin, aynı yere koymayın diyorlardı. İslami anlayışa terstir gibi şeyler söylüyorlardı sonra ne oldu bilmiyorum ama hepsini aynı çukura attılar. Köyün kendi mezarlığının etrafı bir sınır olacak şekilde, hayvanlar veya işte başkaları ayakla basmasın diye bir duvarla çevrilidir. Toplu mezar o mezar duvarının hemen dışında yapıldığı için o açıkta kaldı, sanırım köylüler daha sonra onun etrafını bir telle çevirdi. En son 2019 yılında gittim köye baktığımda o mezarlık hala duruyordu. Çevresi hala çevriliydi. Kaybolmamış yani herkes biliyor orada bir toplu mezar olduğunu. Hatta toprak içine çökmüştü.”
Toplu gömüldüler
Toplu bir şekilde gömülen PKK’lilerin birçoğunun kimlik bilgileri bilinmiyor. Kimlik bilgisine ulaşılanlar arasında Naif Haco’nun olduğunun tespit edilmesinin ardından aile girişimlerde bulunur. Toplu mezardaki 48 PKK’li içerisinde bulunduğu belirtilen sanatçı Ciwan Haco’nun kardeşi Naif Haco’nun (Hesen) cenazesinin alınması için 2012 yılında başvuru yapılır. O dönem MEYA-DER’e gelen Haco ailesi, dernek yöneticileriyle birlikte İHD Van Şubesi’ne başvuruda bulunarak toplu mezarın açılması için hukuki yardım talebinde bulunur. Avrupa’dan gelen Naif Haco’nun ağabeyi Nuredin Haco, kardeşinin cenazesini almak istediklerini belirterek, toplu mezarın açılmasını ister. Haco, kardeşinin cenazesini almak için gerekli tüm yasal girişimleri yapar ancak yapılan tüm girişimler sonuçsuz kalır.
* * *
Dilber Haco anlattı: Çok yürekliydi
Tanıyan herkes onun adı gibi Naif olduğunu söylüyor. Sanatçı bir ailede büyümüştü. Kardeşi Ciwan Haco müzisyen, yine ablası Dilber Haco şairdi. Naif de sanata çok ilgiliydi. Ciwan Haco’nun seslendirdiği “Bes e binale welat” şiiri onun. Müziği de çok severdi. Şiir yazar bestelerdi. Müzik aletlerini de çalardı. Mesela tembur. (Saz) Naif, 7 dil biliyordu. Bir de mühendisti. Bütün bir insandı.
Naif Haco’yu kardeşi Dilber Haco’dan dinledik: “Naif çok temiz, yürekli ve merhametli bir insandı, yardımseverdi. Fakirlere yardım ederdi. Alçakgönüllü bir insandı. Kendini büyük görmezdi. Ben 22 yaşımdaydım. Ben ondan 6 sene büyüğüm. O liseyi bitirene kadar yanımızdaydı. Sonra Almanya’ya gitti. Ondan sonra biz ayrıldık. Sonra ben evlendim. Ben İstanbul’daydım, o Almanya’da idi. O İstanbul’a geldi benim yanıma. Ben bir keresinde Suriye’ye babamlara gittim, kızım olmuştu. O da gelmişti Rojava’ya. Orada mühendislik işi verdiler. Her sabah bana sorardı sen ne yersin gidip getireyim. Ne istesem gider bana alırdı, sonra işe giderdi. Bir keresinde yanlışlıkla kendi sigarası yerine benimkini götürmüştü. Beş dakika sonra geldi dedi Dilber yanlışlıkla senin sigaranı aldım. O kadar doğru bir insandı. Onun kadar yardımsever birini görmedim. Bir gariban- fakir görse düşünür ne yapabilirim derdi. Sorardı nasıl yardım edebilirim diye. İnsanları, hayvanları ayırmazdı. Her canlıyı severdi. Köpeğimiz vardı evin avlusunda, bahçesinde olurdu. O köpeği çok severdi. Ona yemeğini verirdi, onunla oynardı. Onlar da candır. Biz acıkıyoruz, onlar da acıkıyor derdi. Sonra bir daha hiç görmedim. Anlatacak çok şey var…”
Naif Haco’nun şiiri
Kalemi de güçlü olan Naif Haco, Ciwan Haco’nun seslendirdiği “Bes e binale welat” şiirini yazmış. Naif Haco’nun şarkı söylemeyi de çok sevdiğini dile getiren Dilber Haco, “Müziği çok severdi. En çok da devrim şarkılarını severdi. Temburu (saz) da vardı. Saz da çalardı Almanya’da. Arkadaşlarıyla şiir yazarlardı, sonra bestelerlerdi. Koma Berxwedan ile birlikteydi. Birkaç şarkı yaptılar ve yayıldı bu şarklılar. Yüreği çok güzeldi. Çocukları çok severdi. Yaşamı çok severdi. İnsanlara çok yardım ederdi. Çok merhametli bir insandı. Biz ona ayrı minder verdiğimizde bana ayrıcalık yapmayın derdi. Ben de herkes gibiyim derdi. Daha çocukken Bagok Dağı’na bakar, Rojava’dan ben bu dağın başına gideceğim savaşacağım derdi. Biz de ona gülerdik. Daha bu çocuk yaşta bu hevese kapılmıştı. Yurtseverlik ruhu onda çok güçlüydü. Sonra Suriye’de okudu ve Almanya’ya gitti. Okulu bitirdi mühendis oldu. Orada Rojava’dan arkadaşlarla iletişim kurdu. Ve onlara katıldı. Yaşamını onların içinde devam ettiriyordu. Birkaç yıl sonra gitti gerillaya katıldı.”
* * *
Öcalan: Bize Naif lazım
Naif Haco, çocukluk hayalini gerçekleştirir, yönünü dağlara verir, gerillaya katılır. Birçok görev üstlenir, en çok da diplomasi alanında. Kürtçe, Arapça, Türkçe, Farsça, Almanca, İngilizce olmak üzere 7 dil bilmektedir. Ancak onun gözü hep Rojava’da çocukken baktığı dağdadır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, Naif için “Onu çatışmaya göndermeyin, o bize çok lazımdır” der. Ancak yoldaşları engellemek istese de engel olamaz, Naif, kararlıdır. Hayalini kurduğu o dağlara varacaktır. Botan bölgesinde bulundukları mağara kimyasallar bombalandıktan sonra 47 arkadaşıyla birlikte toprağa düşer. İşte helikopterden atılanlardan biri bu Naif’tir!
* * *