Hüda Kaya’nın oğlu Cihad Ebrari ile Gazze’den Kurdistan’a uzanan hikayesini ve annesini konuştuk:
Ben Fatih’in ortasında Kürtlerle ilgili daha birkaç söz eder eder etmez hemen uyarılar, tehditler gelmeye başladı. ‘Cihad her şeyi yap karışmayız ama Kürtlere bulaşma’ dediler. Anladık ki dedikleri doğruymuş, Kürtlük de dokunan yanar bir mesele. Biz de madem öyle dokunmakla yetinmeyelim dedik…
AKP, annemin HDP’den aday olacağını öğrenince hemen başörtülü adaylar çıkardı. Hatta 28 Şubat sonrası ilk başörtülü milletvekili olmasın diye seçimi beklemeden kapanan vekiller bile oldu. Erciş’te seçimi kazanan HDP’li Diba Keskin ilk başörtülü belediye başkanı idi ve AKP yerine kayyum atayarak tutukladı.
Gözaltında işkence nedeniyle kafa travması ve belde omurilik kırıklarıyla hareket edemez halde hastanede yatağa kelepçelenip bırakıldım. Bir ay Metris’te, beş ay Tekirdağ’da tutuklu kaldım. Annem tutuklanınca, bir paylaşım yapmıştım; ‘Bize her zaman muktedirlerle değil, ötekilerle olmayı öğrettin. Hep yanında olacağız.’
Hüda Kaya’nın evlatları da tıpkı onun gibi düsturları haksızlığa karşı mücadele… Cihad Ebrari direngen bir annenin cezaevi kapılarında büyüyen direngen evlatlarından biri. Annelerinin gerçeğe sadakati belki başlarına çok iş açtı ama onlara kendi olma yolunu da açtı. Evlatları annelerinin izinde gerçeğin çileli yolculuğuna böyle çıktılar. O evlatlardan biri de Cihad Ebrari. Ebrari’nin hikayesi de tıpkı annesinin hikayesi gibi ilginç. Gazze’den Mısır’a, Pakistan’dan Ürdün’e, ve işte oradan Kurdistan’a uzanan bir hayat. Cihad Ebrari ile annesini, çocukluğunu, Ortadoğu’da dolaşan hikayesini ve Kürtlerle buluşmasını konuştuk.
Annenizden, annenizle ilişkinizden ve mücadelenizden biraz bahseder misiniz?
Yaşamak direnmekse bize yaşamayı doğal ve doğru haliyle öğreten daha da önemlisi örnek olan bir anne oldu. Ne kadar doğru yanlış tartışılır ama hiçbir gelecek güvencesi olmadığı halde çocuklarına ekmekten çok özgürlük miras bırakmak için çaba veren bir anne oldu.
Biz ailece pek bir kaba ve kalıba sığmadık bugüne kadar. Aidiyet kurduğumuz bir camiamız, cenahımız, partimiz, mahallemiz olmadı. Özgünlüğü ve bireysel inisiyatifi biraz yüksek, biraz aykırı bir yapımız ya da doğamız olabilir. Bu da çok makbul görülen bir durum değil hem toplumsal hem siyasal alanda. Bu yüzden annem de çevresinde biraz dobra bilinir.
Kitap okumaları yoğundur, her şeyi ihmal eder okumayı ihmal etmez. Bazen tartışırız da, farklı yaklaşımlarımız ve ilgi alanlarımız da var elbette.
Çocukken cezaevleriyle tanıştınız. Sadece anneniz değil sizler de hedef alındınız, tutuklandınız. Hem 28 Şubat sürecinde hem bugünlere geldiğimizde neler yaşadınız? Biraz hikayenizi anlatır mısınız?
28 Şubat 90’lı yıllar sürecinde de bugüne geldiğimizde 2000’li yıllarda da ailemizden gözaltına alınanların ilki olmak bana kısmet oldu.
Çocukken elbette askeri vesayet nedir bilmezdik ama yasakları, baskıları her zaman hissediyor ve yaşıyorduk. Başörtüsüne özgürlük sürecinden önce de sonra da annem hep insan hakları ve kadın hakları konusunda bir yerlerde bir şeyler yapıyordu her zaman. Başörtüsü yasakları ile birlikte, elbette inanca yönelik baskı ve kadınların giyim kuşamı üzerinden kurgulanan ve herkesin karşı çıkması gereken net bir durum var. Biz de 1 anne 3 lise öğrencisi abla, iki küçük erkek kardeşten oluşan bir aileyiz. Doğrudan annemi ve ablamları hedef alan bir darbe süreci yaşanıyor, 13 yaşındayım, o günlerde yaşananların inançsal, davasal, düşünsel, ideolojik bilincinden öte annem ve ablamların başörtülü olması ve başörtüsünün yasak olması benim için daha ön plandaydı.
Annem yazılar yazardı dergilere ve gazetelere. Yasakların Malatya’ya geldiği günlerde annem yine bir yazı kaleme aldı. Ben bu yazıyı annem daha gazeteye göndermeden taslak halini okuyup beğendim, anneme de söylemeden bir arkadaşımı alıp fotokopiyle çoğalttım ve Malatya’nın en kalabalık yerlerinde dağıttım. Tabi annemin yazısına halkı isyana teşvik, sokağa çağrı ithamlarıyla düşünce suçu olarak bilinen 312. maddeden soruşturma açılmış. Yazıları dağıtırken önce beni takibe almışlar yakalamak için. Annemden ve başörtüsü eylemlerinden dolayı tanınıyoruz tabi ailece, yolda yürürken bazı insanlar yanımdan geçerken ‘Cihad takiptesin alacaklar seni, kaç’ diye bir şeyler söylediler. Ben de kaçmaya başladım, kaçarken çevremdekiler de yardımcı oldular, biraz uzun bir kovalamaca oldu ama sonunda silahları çekip etrafımı sarıp ‘Muhammed dur yoksa vururuz’ diyerek yakaladılar Malatya’nın meşhur Akpınar Meydanı’nda. TEM’de uzun sorgular yapıldı, her şeyi anlatmama rağmen Malatya’ya gözdağı vermek için herkesin göz önünde olay yeri tatbikatı yapıldı, nerede çoğalttın, nerede dağıttın diye onlarca polis eşliğinde olay yerinde ifadelerim alındı. Altı üstü başörtüsü yasağına karşı tepki verilen ve bu yasağa karşı koymaya çağıran bir gazete yazısı. Daha sonra annem de alındı. 13 yaşımda devlet güvenlik mahkemelerinde yargılandım. Ben yasadışı bildiri dağıtmaktan annem 312. Maddeden ceza yedi.
Sonraki yıllar zaten annem ve ablamların idamlık davaları ile devam etti. Evimiz sürekli gece yarıları boyumuz kadar silahlarla birimizden dolayı basılırdı. Evi toparlamıyorduk zaten polisler yine gelip her yeri kirletip alt üst edecekler diye.
Günlerce haftalarca süren eylemler oluyordu. Annem ve ablamlar genelde beraberlerdi ve gerçekten bir anne ve üç kızı olarak halka öncülük ettiler bu direnişte. Bu nedenle neden evimiz, arabamız, mesleğimiz, okulumuz, işimiz gücümüz normal bir hayatımız yok diye sızlanmadık, biraz susalım, oturalım demedik. Anne, çocuk, kardeşlikten öte yoldaş gibi olduk. Hüda Kaya’nın çocuğu olmak diye bir suç şüphesi iddianamelerimizde yer aldı, aile değil örgüt bunlar dediler mahkemelerde. Dediğim gibi doğrusu yanlışı tartışılır, biz de yeri geliyor tartışıyoruz, yaşamsal ihtiyaçlarımızı karşılayamadığımız çok zaman oldu çocuk yaşlarda ama biz hep annemizle ve birbirimizle gurur duyduk. Bugün de duyuyoruz. Bugün de direniyoruz, bedeli neyse de öderiz. Değişmesi, susması, uslanması gerekenler biz değiliz devletin kendisi.
Annemin ve ablamların sonraki süreçlerine ben de uzaktan tanık oldum. Sanıyorum ki 2004’e kadar sürdü cezaevi süreçleri. Ben hem ailem hapiste olduğu için zorunlu, hem de zaten istediğim için gönüllü olarak 2001’den 2010’lu yıllara kadar çoğunlukla Türkiye dışındaydım. Daha sonraki yıllarda da git geller oldu sürekli ama on yıldır artık temelli dönüş yaptım diyebilirim.
Nerelerde kaldınız, neler yaptınız o yıllarda?
İlk yıllar Pakistan ve Ürdün’de siyasal bilgiler, dinler tarihi ve Arapça öğrenimiyle geçti. Daha sonra Filistin ve Lübnan başta olmak üzere Ortadoğu’nun hemen her ülkesinde, dünyanın savaş, afet, kriz yaşanan çoğu bölgesinde hem insani yardım çalışmaları, hem insan hakları çalışmaları hem de gazetecilik faaliyetleri yürüttüm.
2011’de yeniden tutuklandınız, bu nasıl gelişti?
2009-2010 yıllarında Gazze’deydim, bugün olduğu gibi hayatta kalabilmenin çok zor olduğu şiddetli katliamlar ve ağır yıkım vardı. Daha sonra ateşkes gerçekleşti. Gazze Türkiye’yi yakından takip ediyordu. Ben de Gazze’de yaşananları dışarı aktarmaya çalıştığım kadar dışarıda ve özellikle Türkiye’de yaşananları da Gazze yönetimine ve halkına aktarmaya çalışıyordum. Ateşkes sonrası bir televizyon kanalında haberler ve sonrasında konuşmacılar Filistin ve Hamas’la ilgili tartışıyorlardı. Hamas liderleri neler konuşulduğunu öğrenmek istediler ben de tercüme etmeye çalışıyordum. O zamanlar tanışmıyordum rahmetli Roni Margulies canlı yayında konuşuyordu. Ben de anlattım, dedim ki bu adam Türkiye’de yaşayan bir yazar, Yahudi, ‘İsrail işgalcidir, katildir’ diyor ve Hamas’ı, direnişi savunuyor dedim. Sevindiler ve şaşırdılar. Sonra Kürtlerden de bahsetti konuşmasında Roni. Ben de artık yavaştan Türkiye’de kalıcı bir şekilde yaşamaya başlamak istediğim bir süreçteydim. Roni’nin anlattıklarını anlattım. Türkiye’ye gidince bu adamla ve Kürtlerle tanış dediler. Zaten öyle düşünüyorum ben de dedim. Döndüm ve Roni ile de tanıştım, Kürtlerle de tanıştım. Direk İstanbul’da parti il binasına girdim, o günlerde DTP miydi BDP miydi hatırlayamıyorum. Sebahat Tuncel ile tanıştım, konuştum, ilgilendi sağ olsun, basın açıklamalarında görüşüp selamlaşmaya başladık. Açıkçası düşünsel olarak bir ortaklaşma derdim daha doğrusu beklentim yoktu. Sonuçta Türkiye’de yaşayan her hak, adalet savunucusu kimliğine, düşüncesine, dinine, mezhebine, yoluna, yordamına, paradigmasına bakmaksızın Kürtlerden ve haklı taleplerinden yana olmak durumundadır.
Türkiye İslamcı kesimi geçmişimizden dolayı annemi ve bizi tanıyor, takip ediyor. Bu AKP’li yıllar içerisinde, kendileri değişmiş, dönüşmüş, sapmış olan kendilerinden bihaberler, biz yeniden sokaklara, meydana çıkınca, iktidara ses çıkarmaya başlayınca bizi değişmiş, dönüşmüş olarak gördüler. Değişmekten gocunan insanlar değiliz elbette insan değişir dönüşür gelişme böyle olur. Ancak biz hak ve adalet yolundaydık, yolumuzdan dönmedik. Hak yol zaten hakkı savunma yoludur. Hak da, adalet de barış da Allah’ın isimleri değil mi. Bu isimler özel isim değil ki. Hak, adalet ve barış yolunda olanlar Allah yolundadır demek.
Ben Fatih’in ortasında Kürtlerle ilgili daha birkaç söz eder etmez hemen uyarılar, tehditler gelmeye başladı. ‘Cihad biz seni çocukluğundan beri tanıyoruz biliyoruz, çalışmalarını takdirle izliyoruz, annen şöyle değerli falan filan kısaca her şeyi yap karışmayız ama Kürtlere bulaşma, başına iş açma’ dediler. Çok uzatmayayım, ben daha ne partiyi tanıyorum, ne parti beni tanır, ne halkı tanıyorum daha yavaş yavaş ne yapıyorlar ne ediyorlar, bir selam vermişim anlamaya çalışıyorum, çocuk yaşta ayrılmışım Türkiye’ye yeni dönüş yapmışım. Sadece seçim sürecinde destek verdim kendi çapımda. Bu tabi İslami kesim içerisinde özellikle gençlerde etkili oldu. Derken hakkımda bir dosya hazırlamışlar. Baştan sona geçmiş yıllara ait Filistin ve Lübnan’daki silahlı fotoğraf ve videolardan bir iddianame hazırlanmış, PKK adına faaliyet yürütmüşüm gibi lanse ettiler, terör örgütü üyeliği ve örgüt adına silahlı faaliyette bulunma ile tutukladılar. PKK ve adını duymadığım daha bir sürü yapı nedir ne değildir hepsini ilk defa iddianamemden öğrendim. Anladık ki dedikleri doğruymuş, Kürt meselesi de dokunan yanar bir mesele. Biz de madem öyle dokunmakla yetinmeyelim dedik. Bir ay Metris’te beş ay Tekirdağ’da tutuklu kaldım sonra tahliye edildim sonra beraat ettim. Daha çok uzamaması adına tutukluluk sürecime girmeyeyim.
Daha sonraki yıllar yine gözaltı ve tutukluluklar yaşadınız değil mi? Birinde işkenceye maruz kalmıştınız.
Biz sadece Türkiye’de de yaşamadık bunları. Pakistan’da da, Mısır’da da yaşadık. Burada Türkiye’dekiler biliniyor tabi sadece doğal olarak. Annemle ve yıllar sonra Mavi Marmara gemisinde katledilen rahmetli gazeteci Cevdet ağabey ile birlikte Rafah’tan Gazze’ye kaçak giriş yaparken sınırda Mısır istihbaratı tarafından yakalandık ve gözaltına alındık. Buna benzer pek çok badire atlattık.
Türkiye’ye ve bugünlere gelirsek; annemin milletvekilliği adaylığı süreci yaşandı. AKP başörtülü kadınların tepkisine rağmen o güne kadar kullanılışlı olduğu için başörtülü aday göstermemişti. Annemin HDP’ye katılımı ve akabinde aday olacağının anlaşılması kamuoyunda büyük etki gösterince alelacele başörtülü adaylar çıkarmaya başladılar ve hatta seçimi dahi beklemeden mecliste birkaç kadın milletvekili kapanmıştı ki durum aleyhlerine dönmesin, 28 Şubat’ı HDP ve Hüda Kaya’nın kırdığı görünmesin ve başörtüsü aparatı hep ellerinde olsun. Aynı şey belediye seçimlerinde de oldu. Erciş’te seçimi kazanan HDP’li Diba Keskin ilk başörtülü belediye başkanı idi ve AKP iktidarında yerine kayyum atanarak tutuklandı.
Annemin milletvekilliği sürecinde de gözaltı ve tutuklamalar devam etti. Bahsettiğiniz gözaltı annemin de katıldığı bir kadın eyleminde gerçekleşti, hiçbir alakam olmamasına rağmen, etkinlik alanı dışında annemi beklerken gözaltına alındım ve gözaltında işkence nedeniyle kafa travması ve belde omurilik kırıklarıyla hareket edemez halde hastanede yatağa kelepçelenip bırakıldım. Ciddi bir gündem ve kamuoyu baskısı oluşunca işkence raporu ile birlikte şikayetçi olduk ve üç polis işkence suçuyla olmasa da ağır yaralama ve yetkiyi kötüye kullanma suçlarından cezalar aldılar.
Daha sonra 2022 yılında yaşadığım ev basılarak gözaltına alındım ve örgüt üyeliği suçlamasıyla tutuklandım. Kaleme aldığım İnsan Barışla Yaşar kitabı ve Diyanet yayınlarında bile kaynak gösterilen, cezaevleri kütüphanelerinde dahi Diyanet’in kaynakları arasında yer alan Ortadoğu raporum dosyaya sokuldu. Üç ay sonra tahliye edildim ve bu davadan da beraat ettim. Ancak çocuğumla yaşadığım evimin kapı numarasına kadar açık adresinin terör evi olarak ifşa edilip hedef gösterildiği havuz medyanın haberleri ve yaşadığım bölgeden doğrudan organize cana kast eden aleni tehditler hala yayında. Ve yaptığımız şikayetler, ‘kamuya mal olmuş kişiler bu tür şeylere katlanmak zorundadır’ denilerek takipsizlikle sonuçlanıyor. Bu saldırıların hepsi kasıtlı, amaçlı, siyasi mesaj içeren operasyonlar olduğunu biliyoruz.
Annem tutuklanınca, kelepçeli fotoğrafı ile birlikte bir paylaşım yapmıştım. O sözlerle bitirmiş olayım; “Bize her zaman muktedirlerle değil, kimliği ve bedeli ne olursa olsun ötekilerle olmayı öğrettin.
Anamızın yolunda ve hep yanında olacağız.
Barışla, umutla ve seninleyiz.”