Önceki gün görüşe giden ve babasının iki kez hastaneye kaldırıldığını söyleyen Selma Özkan, “Kulakları duymadığı için konuşamadık. Hafızasını kaybetmiş. Kardeşim saati belli değil her an kaybedebiliriz dedi” diyor
Avukat Serdar Çelebi’ye göre, Özkan’ın suçsuz olduğunun delilleriyle ortaya çıkmasına rağmen yargı Özkan’ı 27 yıldır boşu boşuna yatırdığı kararını vermek istemiyor, gerçek failleri de yargılamak istemiyor
Mehmet Emin Özkan, 85 yaşında hasta bir Kürt tutuklu. Lice’nin yakılması ve Bahtiyar Aydın suikasti bahanesiyle müebbet cezası verildi. Oysa birçok bilgi Lice’yi askerlerin yaktığını, Aydın’ı da JİTEM’in öldürdüğünü gösteriyordu. Tam 27 yıldır, devletin ve ona bağlı güçlerin bizzat kendi işlediği suçlardan dolayı cezaevinde. Özkan, devletin Kürtlere yönelik özel kininin, gaddarlığının simgelerinden sadece biri. Bu 27 yılda Özkan sağlığını yitirdi, 5 kez kalp krizi geçirdi; tansiyon, zehirli guatr, kemik erimesi, duyma-görme eksikliği ve hafıza kaybı yaşıyor. Artık yürüyemiyor, görüşe bile tekerlekli sandalyede getiriliyor. Ağır hastalıkları olmasına rağmen Adli Tıp Kurumu (ATK) “Cezaevinde kalabilir” raporu veriyor, bunu ise Türkçe bilmeyen Özkan’ın sorulan sorulara yanıt vermemesine bağlıyor, mahkemeler ise tahliye etmiyor. İnsan hakları savunucularının, avukatların, siyasetçilerin, aydınların ve daha birçok insanın serbest bırakılması ve bu işkencenin son bulması için yaptığı çağrılara kulak tıkayan yetkililer, asıl suçluyu yargılamaktan kaçındığı için bu hukuksuzluğa göz yummayı tercih ediyor. Üstelik, 85 yaşındaki bu ihtiyar Kürt’e eziyet etmekten nerdeyse haz alıyor.
Artık hiç konuşamıyor
Önceki gün Mehmet Emin Özkan’ın bir kez daha hastaneye kaldırıldığını öğreniyoruz. Neredeyse artık her gün, bazen günde iki kez hastaneye kaldırılıyor. Sağlığı artık ne konuşmasına ne de yürümesine izin veriyor. Salı günü babasını ziyarete giden Selma Özkan, görüş günü hastaneye kaldırıldığını ve hastaneden gelince görüşe tekerlekli sandalyede getirildiğini söylüyor. Ziyarette babasıyla tek kelime bile konuşamadıklarını dile getiren Özkan, “İletişim kuramadık. Durumu hiç iyi değil. Zaten kapalı görüşte görüşebildik. Kulakları duymadığı için konuşamıyoruz. Hafızasını kaybetmiş. Babamla konuşamadığımız için onun yanındaki kardeşimden durumunu öğrenebiliyoruz” diyor.
Her an ölebilir
Babasının titreyerek kendinden geçtiğini ve o yüzden hastaneye kaldırıldığını kardeşinden öğrenen Özkan, görüş gününü şöyle anlatıyor: “Bugün iki kere hastaneye kaldırmışlar. Kalbinin filmini çekmişler. Kardeşim çok titriyordu haber verdik, hastaneye götürdüler dedi. Hastaneye kaldırdıklarında kardeşimi yanında götürmüyorlar. O da getirdiklerinde revirden öğreniyor ne olup bittiğini. Kendini ifade edemediği için hastalığını izah edemiyor. Onu tek başına götürüp getiriyorlar. Kardeşim başında nöbet tutuyor ve artık saati belli değil dedi.”
Mahkemenin Türkçe işkencesi
10 Kasım’da görülen mahkemeye SEGBİS ile katılan babasının SEGBİS odasına da tekerlekli sandalyede götürüldüğünü söyleyen Özkan, “Mahkemeye SEGBİS ile katıldığında kardeşimi yanında götürmüyorlar. Kardeşime ses gidiyormuş, mahkeme de babama neden R Tipi’ne gitmedin diye sormuşlar. Zaten Türkçe anlamıyor. Kardeşim de kendisi için söz hakkı istemiş ama kendisine söz hakkı verilmemiş” diyor. Özkan’ın tahliyesine yönelik talepleri reddeden mahkeme heyeti, İzmir 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki Lice Davası’nın sonucunun beklenmesine, Özkan’ın R Tipi Cezaevi’ne gitmeyi kabul etmesi durumda yeniden ATK’den rapor alınmasına karar vererek duruşmayı 28 Şubat’a erteliyor.
27 yıldır rehin tutuluyor
Yaşananlara isyan eden Özkan, “Haksız yere babam rehin tutuluyor. Babam 27 yıldır haksız yere orada tutuluyor, bütün dünya biliyor, biz de biliyoruz, bu hakarete son verilmeli. Her gün hastanededir, her şey için geç olabilir. Ne zaman hayatını kaybedeceği belli değil. Yarın çok geç olacak. Bunun için şimdiye kadar hakaret ettiler kendisine, buna artık son vermeliler. Katil olmasınlar. Bir an önce bıraksınlar. Zaten dışarı çıksa da hayatını kaybeder. Artık yaşı 85 oldu, onu gördüğümde ben de kendimden geçiyorum, dayanamıyorum onun haline. O yaştaki bir insan cezaevinde dayanabilir mi?” diye soruyor.
Artık yeter cenazesi çıkmasın
Tüm hasta tutsaklar için çağrıda bulunan Özkan, sözlerini şöyle noktalıyor: “Kimin elinden ne geliyorsa hasta tutsaklar için yapmalı. Ama babam için özel olarak söylüyorum her an hayatını kaybedebilir. Çok geç kalındı. Kardeşim, saati belli değil, her an kaybedebiliriz dedi. Bu insan günde iki kere doktora götürülüyor. Bu insanı hala niye cezaevinde tutuyorlar. Bu insanlık mı? Bir an önce buna bir çare bulunmalı artık, cezaevinden cenaze çıkmasın. Êdî bese, bese, bese. (Artık yeter, yeter, yeter) Daha ne kadar böyle olacak.”
Davanın arkasındaki isim İlker Başbuğ
Özkan’ın müebbet aldığı Lice davasına önemli iddialara ulaşmıştım. İsmini vermek istemeyen eski emniyet istihbarat üyesi, Lice ve Temizöz gibi JİTEM davalarının soruşturma ekibinde bizzat yer aldığını, bu soruşturmalarda önemli bilgilere ulaştıklarını kaydetmişti. Eski istihbaratçı, isim, yer ve tarih vererek iddialarını delillendirerek anlatmış, Bahtiyar Aydın’ı JİTEM’in vurduğunu, kanasın da yakıp eritildiğini söylüyordu.
Lice davasına dair çarpıcı iddialarda bulunan Eski istihbaratçının söylediklerini hatırlayalım: “Bahtiyar Aydın cinayeti İlker Başbuğ’a uzanıyordu. Savcı bunu tespit etti. Önce dosyada sanık olan dönemin üsteğmeni Tunay Yanardağ’ın (JİTEM, Türk İntikam Tugayı (TİT) Komutanı, sonra Albay oldu…) Bahtiyar Aydın’a tuzak kurması istendi. Tuzak kuruldu ve yalandan bir polis aracı tarandı. Diyarbakır Kolordu Komutanı Hasan Iğsız, yardımcısı da İlker Başbuğ idi. İlker Başbuğ, Bahtiyar Aydın’a Lice’de çatışma var, hemen oraya git dedi. Helikopterle komando bölüğüne iner inmez Bahtiyar Aydın kanasla (keskin nişancı silahı) vuruldu. Ama kanasçı JİTEM’ciydi. Ve tugayın içinden yakın mesafeden tek el ateş ederek vurdu onu. Sonra çatışma süsü verildi. Diğer sanık da Diyarbakır Jandarma Alay Komutanı Emekli Albay Eşref Hatipoğlu. 30 dakika sonra olay yerine helikopter geldi. Gelen Iğsız ve İlker Başbuğ’du.”
Çatışma süsü verilmiş
Daha önce de dava ile ilgili gündeme gelen Başbuğ, iddiaları avukatları aracılığıyla yalanlamıştı. Ancak yalanlamada Lice’de PKK saldırısı olduğunu belirtmesi kuşkuları artırıyor zira tüm bilgiler Lice’de bir çatışma değil JİTEM eliyle çatışma süsü verilmiş bir katliam ve suikast yaşandığına işaret ediyordu. Başbuğ’un iddialarını 3. Dönemin Jandarma Asayiş Kolordu Komutanı (E) Korg. Hasan Kundakçı’ya dayandırması da iddiaları çürüten değil güçlendiren unsurdu. Zira Kundakçı, bölgede kirli savaşta rol oynamış önemli bir figürdü.
Helikopterle ateş edildi
Eski istihbaratçının içeriden verdiği bir diğer kritik bilgi ise Bahtiyar Aydın suikastinde kullanılan kanas silaha dairdi. Eski istihbaratçı, “Cinayet silahı kanas ortadan kaldırıldı. Duvardaki çekirdek de yok edildi. Kanas silah yakılıp eritildi. Ateşte, parmak izi vs. otopsi için hiçbir şey kalmadı. 3 gün sokağa çıkma yasağı ve bu bahane ile Lice yakılıp yıkıldı. Helikopterle ateş edildi, insanlar öldürüldü. JİTEM ve TİT (Türk İntikam Tugayı) elemanları da evleri, dükkanları yaktı. Bunların hepsini tespit ettik o dönem” bilgilerini paylaşmıştı. Sadece bu da değil, Özkan’ın cezalandırılması mahkeme heyetleri de özel olarak seçiliyor. Eski istihbaratçı, bu hakimlerin Lice olaylarında yer alan askerlerle bağlantılarını, HSYK üyelerinin mahkeme tanziminde nasıl rol aldıklarını da anlatmıştı.
2013 yılında yeniden yargılama
Her şey ortada olmasına rağmen Mehmet Emin Özkan hala niye bırakılmıyor? Bu sorunun cevabını Özkan’ın avukatı Serdar Çelebi’ye soruyoruz. “Bu sorunun cevabını biz de bilmiyoruz ve soruyoruz” diyen Av. Çelebi, sözlerine şöyle devam ediyor: “1996 yılında gözaltına alındıktan sonra baştan savma bir yargılamayla kendisine herhangi bir iddianame olmadan müebbet veriliyor, daha sonra birkaç itirafçı tanığın ifadesine dayanarak ceza veriliyor. Temel sebep ne? Lice’nin yakılması olayına katıldığı gerekçesi. Olayın nasıl gerçekleştiği konusunda bölge halkının da, Türkiye kamuoyunun da bilgisi var. Hatta o dönem CHP bölgeye gitmişti, kimin yaptığı konusunda tahminler, öngörüler ya da şahitler vardı. 2013 yılında bu ete kemiğe büründü. 2013 yılında Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı bir iddianame hazırladı ve dedi ki, ‘Olayın gerçekleşmesinde herhangi bir örgütün dahiliyeti yok. Sadece devletin içinde bulunduğu bazı karanlık güçlerin yaptığı bir olay. Ve aslında Bahtiyar Aydın’ı öldürmek için yapılmış bir mizansel.’ Ve buna ilişkin iki askerle ilgili dava açtı. Ve bunlar ortaya çıktı.”
Özkan bir kurban!
O dosyada iddianame hazırlanırken Mehmet Emin Özkan’ın bu suçu işlemediğine dair de tespitler sunulduğunu belirten Av. Çelebi, “Ve gerekçeli tespitler sundu. Delillere atıf yaparak, orada delillerin toplanmamış olmasından bahsederek, tanıkların daha sonra ifadesinden de alıntılar yaparak Mehmet Emin Özkan’ın mahkumiyetine dair yeterli derecede bir delil olmadığını tespit etti ve bu iddianameye dönüştü. Ve bu iddianameyi de mahkemeler kabul etti. Dolayısıyla aslında bir yargı kararı haline geldi. Buna rağmen mahkeme 8 yıldan fazladır yargılama yapıyor, dosyanın esasına girmiyor. Dosyanın esasına girmekten imtina ediyorlar. Sadece bahsettiğim iddianame ile açılan davanın sonucunu bekliyorlar. Orada da zaten şu ana kadar buna benzer hiçbir dava da sonuç alınamadı. Temizöz berat etti, Mardin Dargeçit JİTEM davasındaki sanıklar beraat etti. 90’lı yıllarda açılan tüm dosyalarda kamu görevlisi olup da yargılananlar beraat etti. Bu dosyada da farklı bir sonuç çıkmayacak ama mahkeme bu sonucun çıkmayacağını gördüğü için kuvvetle muhtemel o dosyanın akıbetine göre aynı cezayı verecekler. Bunun sebebi ne ola? Bizce mahkemeler olayı bir fail bulmuşken beraat ile sonuçlandırmak istemiyorlar” ifadelerini kullanıyor.
Başbuğ sanık mı, tanık mı?
Eski istihbaratçının paylaştığı bilgileri hatırlattığımız Av. Çelebi, sözlerine şöyle devam ediyor: “İstihbaratçının bildiği bir şey vardır muhakkak, o konuda bir şey söyleyemem ama savcının hazırladığı bir iddianame var. Ve o iddianamede bazı askerlerden bahsediliyor. O işi gerçekleştiren iki askerle ilgili dava açılıyor. Dolayısıyla bir asker mi yapmış, daha farklı kişiler komuta zinciri dahilinde mi yapılmış bu da bir yargılamayı gerektirecek ama dediğim gibi mahkemeler hiçbir zaman işin bu yönüne bakmadı, bakmıyorlar da. Çünkü nereye gidecekleri konusunu belki kestiremiyorlar, belki de bildikleri için geri çekiliyorlar. Türkiye’de yargı çok da bağımsız ve gerçeği bulma yönünde bir yargılama yapmadığı için bu maalesef karanlık bir nokta olarak kalacak. Ama az önce belirttiğim dava dosyasında Yargıtay Cumhuriyet Savcısı, İlker Başbuğ’un dinlenmesi konusunda bir talebi vardı. Dosyayı bozma gerekçelerinden biri de oydu. Dolayısıyla bir bağlantı olduğu kesin. Tanık mıdır, sanık mıdır o konu artık mahkemenin işi.”
Yargının cesareti yok!
Özkan’ın tahliye edilmemesinin arka planında bunların yattığına dikkat çeken Av. Çelebi, “Duruşmalarda da dile getiriyoruz bu konuda karar vermek biraz cesaret, biraz da sisteme kafa tutmayla ilgili bir mesele. Türkiye’nin karanlık bir dönemine dair bir fail varken cezaevinde siz aslında o karanlığı daha karanlığa iterek faili de ortadan kaldırıyorsunuz, yeni failler bulmak zorundasınız. Mahkemeler biraz da belki ondan dolayı karar veremiyorlar esasa dair. Çünkü 27 yıldır bir kişiyi cezaevinde tutuyorsunuz, 27 yıldan sonra diyorsunuz ki biz yanlışlık yapmışız. Sen aslında boşu boşuna yatmışsın cezaevinde. Yani bu kararı verebilecek bir yargı pratiği var mı Türkiye’de bana sorarsanız yok” diyor.
Suçsuz olduğu tescillenmeli
Türkiye’de adalet sisteminin işlemediğine dikkat çeken Av. Çelebi, sözlerini şöyle noktalıyor: “Talep edeceğiz. Gerek sağlık açısından ki bizce sağlık kaynaklı bırakılması da aslında yaşanan mağduriyeti ortadan kaldırmayacak. Evet sağlıktan dolayı da olsa cezaevinden çıkması gerek. Biz en son duruşma vesilesiyle bir araya geldik SEGBİS odasında, artık çok da hangi zaman dilimde olduğu konusunda da bir bilgiye ve bilince sahip mi o konuda da şüphelerim var. Ama mesele şu hukuk açısından, adalet açısından Türkiye adalet sistemi açısından bir yanlışlığın hukuken giderilmesi çok farklı bir anlam ifade edecek. Dolayısıyla sağlık koşullarından ziyade ki sağlık koşulları da cezaevinde kalmasına engel ama sağlık koşullarından ziyade hukuken bu adama yapılan haksızlığın mahkeme kararıyla tescil edilmesi lazım. Bu adalet sisteminin onarıcılığın gereğidir. Adalet sisteminin kendi sorunudur. Sağlık koşullarından ziyade adil bir yargılama sonunda biz seni suçsuz bulduk denmesi hukuk açısından önemli. Hukukun kendi sorunu bu. Mehmet Emin Özkan’ın ya da bizim değil. Türkiye adalet sisteminin sorunu biraz da.”