Sömürünün en dibi bu atölyelerde!

Tekstil atölyeleri, çay içmenin günde 2 kez olduğu, ortada çalışanların oturmasının yasak olduğu, makine başında çalışanların sadece özel ihtiyaçlar için kalka bildiği yerler. Sömürünün en dibi denilse eksik bile kalır. Ortalama 10-11 saat çalışılan bu atölyelerde insanlar bir robot muamelesi görüyor. En büyük sömürüye maruz kalanlar ise çocuklar…

İstanbul’da neredeyse her sokakta 3-5 tekstil atölyesi bulunur. Binaların bodrum katlarında birçok emekçinin 11 saat neredeyse aralıksız çalıştığı yerlerdir. Yüksek sesle arabesk müzikler dinlenir. Bu atölyelerde genel olarak sabah 8.00’da mesai başlar, 10.00’da çay ve kahvaltı molası verilir bu süre sadece 15 dakikadır. 10.15’de tekrar mesai başlar saat 13.00’a kadar devam eder. Bazı atölyelerde yarım bazılarında ise bir saat öğle yemeği molası verilir. Yarım saat olanlarda yemek atölye de verilir, bir saat olanlar da ise yemek için herkes evine gider. Yemek molasının ardından saat 16.00’da tekrar 15 dakikalık bir çay molası verilir. Çay molası dışında çalışma saatleri içerinde çay içmek bile yasaktır. Mesai çoğu atölyede 19.00’da biter. Ayakta çalışanların dinlenmek için bile oturması yasaktır. Makineler başında oturarak çalışanların ise ayağa kalkması yasaktır. Yani tam bir sömürü düzeni işletiliyor. Çalışanlar asgari ücretin çok altında güvencesiz çalıştırılıyor. Biz de 1 Mayıs Dünya İşçi ve Dayanışma Günü vesilesiyle İstanbul’da işçileri nabzını tutmak istedik. Tekstil atölyelerini, inşaatları, oto tamir atölyelerini gezdik. Karşılaştığımız manzara karşında ne söylesek eksik kalır. Her adreste ‘çocuk işçilerle’ karşılaştık ve bu çocuklar yaşları 9-15 arasında değişen çocuklardı…

Veysel 12 yaşında!

İlk durağım bir paketleme hazırlık atölyesi oluyor. İzin alarak içeriye giriyorum, ilk gözüme çarpan 2 çocuk oluyor. İnanılmaz hızlı çalışıyorlar. Konuşmak için yöneliyorum ama gülümseyerek işlerine devam ediyorlar. Biraz da çekiniyorlar. Çok hızlı çalıştıklarını söylüyorum ve sohbete girmeye çalışıyorum. Adı Veysel 12 yaşında, “Yeni başladım zaten ara sıra geliyorum” diyor. O sırada durmadan çalışmaya devam ediyor.

Seher 14 yaşında!

Tam diğer çocukla konuşacağım araya giren bir yetişkin, “İşler acil olduğu için çağırdık. Biri benim kızım zaten hafızlık okuyor öyle yardıma geldi. Ben de abimin yanında çalışıyorum. Cuma günü kadar yetişmesi lazım çok acil” diyerek çocuklarla konuşmamın önünü kesiyor. Her iki çocukta şaşkın gözlerle bana bakıyor. Seher, 14 yaşında, gülümsüyor gözlerimin içine bakıyor hiçbir şey söylemiyor ama o bakışlar, ‘onun kızı değilim’ der gibiydi. Çocuklarla sohbetimiz araya giren kişi tarafından bölündükten sonra devam etmiyor. Çocuklar, sanki dolaylı yoldan uyarılmıştı.

Çocuklar susuyor…

Araya giren işyeri sahibi de, “Ortacı bulamıyoruz” diye yakınıyor. Çalışma saatlerinden olabilir mi diyorum. Çünkü atölyelerin ne kadar uzun mesai yaptığı biliniyor. Kendi de inanmadığı sözlerle devam ediyor: “Artık çocuklar okuyor, okumayan çocuk yok! O yüzden de ortacı bulamıyoruz.” Bu söylenilenin doğru olmadığı sonraki gittiğim atölyelerde çok net görüyorum.

Yetişkinler bu şekilde araya girince çocuklar artık hiç konuşmuyor. Öylece bana bakıyorlar, çocukların bakışları bana, “bunlar benim çocuklarım” söylenenlerin gerçek olup olmadığını sorgulatıyor. Maalesef çabalarıma rağmen ne Seher ne de Veysel sonrasında tek kelime etmiyor. Oradan kafamda birçok soru işareti ile ayrılıyorum.

‘Onlar seni anlamaz’

Başka bir sokakta yine bir tekstil atölyesine giriyorum. Orada da gözüme ilk çarpan çocuklar oluyor. Kendimi tanıtıp birkaç çalışma arkadaşlarınızla konuşmak istiyorum diyorum. Çocukların Suriyeli mülteciler olduğunu anlıyorum, zaten hemen arkasından bir yetişkin, “Bunlar seni anlamaz Suriyeliler” diyor. Ezerek söylüyor, ancak çocuklarla kısa bir merhabalaşmak bile yetiyor, gülümseyerek cevap veriyorlar. Yine hemen araya giriliyor, çocukların bir saniye boş kalması işlerini aksatacakmış gibi bir yaklaşımla “Git başkalarıyla konuş onların işi var” deniyor. Vazgeçmiyorum ama bir taraftan da çocukları zor duruma sokmak istemiyorum.

Normal bayramımız bile yok

Genç bir kadın emekçi ile sohbet ediyoruz. Makine başında ve kendi de gerçekten makine gibi de çalışıyor. İki çocuk annesi ismi söylemek istemiyor. 1 Mayıs’tan bahsediyorum, “Ne bayramı diyor. Bizim normal bayramımız bile yok. Mecbur olmazsam bir dakika bile burada çalışmam” diyor kısık sesle. 15 kişinin çalıştığı atölyede başka kimseyle konuşamıyorum herkes harıl harıl çalışıyor. Biraz da konuşmaktan çekiniyorlar öyle anlıyorum. İyi çalışmalar dileyerek bu atölyeden de çıkıyorum.

Oturmak, çay içmek vs. yasak

Sokaklar atölyelerle dolu kesin birileriyle iyi bir röportaj yaparım diye düşünüyorum. Kararlıyım. Ancak yanılıyorum, yaklaşık 15 atölye geziyorum. Her atölyede ilk gözüme çarpan hep çocuklar oluyor. Bir şekilde tüm girişimlerim sonuçsuz kalıyor ne çocuklarla ne de yetişkinlerle konuşabiliyorum. Girdiğim her atölyede ya iş veren ya da yetkili olan kişiler engelliyor. Yüksek sesle dinlenilen müzik makine sesleriyle karışıyor, bir yabancının içeriye girmesiyle sadece gözlerin anlık olarak çevrildiği ardından herkesin tekrar aralıksız çalıştığı mekanlar bunlar. Çay içmenin günde 2 kez olduğu, ortada çalışanların oturmasının yasak olduğu, makine başında çalışanların sadece özel ihtiyaç için kalka bildiği yerler. Sömürünün en dibi denilse eksik bile kalır. Ortalama 10-11 saat çalışılan bu atölyelerde insanlar bir robot muamelesi görüyor.

Emekçi emekçiyi sömürüyor!

Artık gözüme kestirdiğim son bir yere uğrayıp pes etmek üzereyim. Atölyeden içeri girdiğimde beni karşılayan kişinin işyeri sahibi olduğunu öğreniyorum. Çalışanlarla konuşmak istediğimi söylüyorum, “Onlar konuşmaz” diyor. Kararı kendi veriyor. Ancak ben yine de denemek istiyorum ve yine diğer atölyelerde karşılaştığım bahanelere benzer bahaneler duyuyorum, “İşlerin yetişmesi lazım” ve konuşmak istememi kabul etmiyor. Bana tepkili bir şekilde iş veren kendi konuşuyor Şahin Zafer: “Onlar işçi değil bizim arkadaşlarımız. 68 de orada mıydın, 78 de orada mıydın? Yoktun ben her gün oradaydım. Sorgulanması gereken şey, neden bu insanlar yevmiyeci sınıfına düştü. Orada neden ararken emekçi, yabancı arkadaşlarımızın nasıl taşeronlar tarafından firmalara pas edildiğini ortaya koyacaksın. İşçi hakkı orada. Onun üzerinden taşeronlar para kazanıyor. Asıl mesele işçinin üzerinden başka bir emekçi onu sömürüyor. Asıl sorun bu işçinin sorunu değil. Türkiye’deki asıl sorun bu. Çık Bağcılar meydanına hepsi taşeron. Bir kişi için 200 lira alıyorsun emekçi arkadaşımın cebine giren 150 lira, nerede benim 50 liram. İşte asıl el atılması gereken konu bu.”

Günde 30 kilometre yol yürüyorum

İstanbul’da atık toplayarak geçimini sağlayanların oranı oldukça yüksek. Yine her an bir çekçek arabasıyla her çöp birikintisinin yanında bir emekçiyi görmek mümkün. Büyük zorluk yaşıyorlar. Zabıtalarla köşe kapmaca oynar gibi kaçışıyorlar. Hatta artık işin içine poliste girmiş durumda ekmek tekneleri olan çekçeklere el koyuyorlar, bu da yetmezmiş gibi üstüne para cezası kesiyorlar. Sokaklarda haber için dolaşırken, atık toplayıcısı Mesut Çerkezoğlu ile karşılaşıyorum. 6 çocuk babası olan Çerkezoğlu, 15 yıldır bu işi yaptığını söylüyor. Bu iş ile 3 çocuğunu okuttuğunu belirten Çerkezoğlu, “Zar zor geçiniyorum. En büyüğü şu an üniversiteye gidiyor. Sabah 8-9 gibi çıkıyorum akşam 9-10 gibi eve gidiyorum. Telefonuma adım sayar uygulaması indirdim. Günlük 30 kilometre yol yürüyorum” diyor.

Fakiri ezen ezene…

Mültecilerle işlerinin epey zorlaştığını dile getiren Çerkezoğlu, ekmeklerini artık onlarla bölüştüklerine işaret ediyor. Belediyeler ise çevre temizliği adı altında yoksulun ekmeğine göz dikmiş durumda. Bu durumu da Çerkezoğlu, şu sözlerle özetliyor: “Belediyeler geri dönüşüm sistemi yaptı. Geri dönüşüm sistemi fakir fukaranın ekmeğiyle oynadı. Nerede bir işsiz olsaydı en azından alırdı bir tane çekçek işe çıkardı ekmek parasını kazanırdı. Şu anda belediye onlara da izin vermiyor. Çekçek arabalarına el koyuyorlar, malını alıyorlar, ceza kesiyorlar. Mecbur kaldığımız için bu işi yapıyoruz, mesleğimiz yok. Belediyeler bize çok zor anlar yaşatıyor. Yani güçlünün yanında fakiri eziyorlar. Şu anki durum bu.”

Ağaçların kesilmesine engel oluyoruz

Kendilerinin desteklenmesini isteyen Çerkezoğlu, “Kimseye bir zararımız yok, atık topluyoruz çevreye geri dönüşüm sağlıyoruz. Mesela bir ton kağıt topluyoruz ortalama 10 ağacın kesilmesine engel oluyoruz. Ama buna rağmen belediye bize engel oluyor. Avrupa’ya baktığımız zaman oradaki geri dönüşümcülere destek veriyorlar ama buraya baktığımız zaman bize engel oluyorlar” diyor.

Bıraksınlar ekmeğimizi kazanalım

1 Mayıs ile ilgili sohbetimize devam ediyoruz. İçerleniyor Çerkezoğlu, “Bizim normal bayramımız bile yok. Kurban Bayramı, Ramazan Bayramı bile yok. O günler bile çalışıyoruz. Çalışmasak cebimizden gidiyor” diyor. Aklı hala belediyelerin zulmünde. Sözlerine yine belediyelerle devam ediyor. Bu sefer belediyelere önerilerde bulunuyor, kendileri için adım atılmasını istiyor: “Belediye öyle bir sistem çıkarabilir ki atık toplayıcıları belediye bünyesinde çalışabilir. Sigortalı olabilir, mesela topladıklarımızı belediyeye satabiliriz. Bunu yapmıyorlarsa bile en azından bize karışmasınlar. Ekmeğimizi toplayalım. Dernekleşelim dedik onu da yapamadık her kafadan bir ses çıktı. Her yere sepet koymuşlar nerede bir AKP’li varsa o sepetten atık almamıza engel oluyor.”

25 yıldır inşaatlarda çalışıyor

Bir hafta aralıklarla emekçilere ulaşmam çabamda sınıfta kalıyorum. Bu sefer adresim inşaatlar. İstanbul’da sokaklarında artık neredeyse boş alan yok. Her yerde beton binalar yükselmiş durumda. Olan inşaatlar ise yıkılan eski binaların yerine yapılan yeni binalar. Onlarda bir elin parmaklarını geçmiyor. Uğradığım 3 inşaatta kimse yok meğer ben geç kalmışım. Çevreye soruyorum burada kimse niye yok diye, ‘abla çıktılar’ yanıtını alıyorum. Saat 18.00, meğer 17.002da inşaatlarda mesai bitiyormuş. Bir sonraki gün aynı inşaata öğle saatlerinde uğruyorum. 25 yıldır inşaatlarda emek veren Mehmet Yılmaz ile konuşuyoruz. Yaptığı işi severek yapıyor. Şartların 20 sene öncesine göre biraz da olsa düzeldiğini söyleyen Yılmaz, şöyle devam ediyor: “İnşaat sektörü diğer işlere göre biraz da risksiz iş bulabiliyoruz. Sabah 8’de başlıyoruz, 5’de bitiriyoruz. Belli bir tarihimiz yok. Bir inşaat için şu tarihte bitecek denirse yalan söylersin. Yağmur yağar çalışamazsın o yüzden ne göre gün vereceksin. Mecbur kaldığımız için yapıyoruz ama ben severek yapıyorum. Bana 10 bin lira maaş verseler gel kapalı bir yerde çalış deseler duramam.”

İşçi kardeşlerime hayırlı olsun

1 Mayıs mesajını soruyorum, pazar ve arife günü olmazsa bayram tatillerinin olmadığına işaret eden Yılmaz, “Bütün işçi kardeşlerimize hayırlı uğurlu olsun” diyor.

Mülteciysen güvencen yok

Bir başka inşaat emekçisi daha var. İki kişi koca inşatta yalnız çalışıyor. Onunla da konuşmaya çalışıyorum, mülteci emekçi 10 yıl önce Suriye’den savaştan dolayı göç etmek zorunda kalmış. Geldiğinden beri inşaatlarda güvencesiz çalışmış. 4 çocuk babası Mustafa Hamettin, “Ne anlatayım hepimizin derdi aynı” diyor. İş bulduğuna şükrediyor, güvencesiz çalışmanın onun için çok da önemli olmadığını söylüyor. İşte İstanbul’daki sömürü düzeninden kısa bir kesit…

https://justpaste.it/31wgs

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir