ViskiRing: Kişisel bir intikam 

ViskiRing, şair Ahmet Güneş’in ilk romanı. Hewler, cezaevi, bürokrasi, Kürdistan’ı ring aracının penceresinden anlatan bir yol hikayesi. Sinematik! Akıp giden hikaye sizi hemen içine çekiyor ve bitmesin istiyor insan. Ahmet Güneş, ViskiRing’i Özgür Politika’ya anlattı

ViskiRing’i okuyup bitirdikten sonra ‘Bu kitabın mutlaka filmi olur’ diye düşündüm. Sinematik bir roman. Bunu sordum da yazara. Ne dediğini söylemeyeyim burada, yanıtını okuyacaksınız zaten. Bunu söylerken film olması için yazılmış bir roman demek istemiyorum, ama hikâyenin karakteri onu buraya sürüklemiş. Hewlêr’den başlayan hikâyemiz, farklı yerlere dokunup, birçok cezaevinden geçerek Erzurum’a kadar geliyor. Bir cezaevi ringinin penceresinden olsa da Kürdistan’ı geçiyoruz boydan boya. Ahmet Güneş bir yandan yazarken, bir yandan da yazarak intikamını alıyor gençliğini çalanlardan. Fazla uzatmadan söylemek gerekirse, herkes bir şey bulacak bu romanda, her Kürt biraz kendini bulacak bu romanda.

Bugüne kadar şiir kitaplarınla tanınıyordun. Fikrini ne değiştirdi de bir roman yazdın? 

Yazı serüveninde sürüklenmek diye bir şey var sanırım. Çocukken şiir yazmaya başladım ve hiç bırakmadım. Sonra deneme yazdım ve roman da neden olmasın dedim herhalde. Açıkçası ViskiRing’i yazmaya başlarken bunun bir roman olabileceğinden de emin değildim. İlk bölümünü bir zaman yazmıştım ama öylece bırakmıştım. Hatta öykü yazma denemelerim oldu. Baktım ki kafamda kurguladığım öykü formunda değil. Okuya okuya ve hayal ede ede kendimi ikna ettim ve ondan sonra yazmaya başladım. Bakalım başka nerelere sürükleneceğim.

Başka romanlar da gelecek mi?

Aslında ben bu romanı yaklaşık iki sene önce bitirmiştim. Sonrasında başlayıp yarım bıraktığım iki roman taslağım daha var. Bu romanı yazdıktan sonra açıkçası roman yazmayı sevdim. Ve evet, başka romanlar da gelecek, bunun için çalışıyorum şu anda.

Bir yol, bir cezaevi romanı, daha başka ne söyleyebiliriz ViskiRing için bu kapsamda? 

Kuşkusuz bir yol hikâyesi bu yazdığım. Bir taraftan da bir intikam benim kişisel hayatım için. Bir de yaşadıklarımı unutmama romanı. Muhtemelen okuyanlar da başka bir adlandırma ya da bir tanım koyacaklar. Yıllar sonra okunursa, belki o zaman da farklı bir yaklaşımla tarif edilir.

ViskiRing, bir ilk kitap değil ama bir ilk roman. İlk olduğu fark edilmiyor ama, üzerinde çok mu çalıştın?

Ben biraz mükemmeliyetçiyim. Yazdığım ne varsa titizlikle yazmaya çaba gösteririm. Son harfe kadar da içimde hep bir şüphe kalır. ViskiRing de biraz da ölü yani hiç çıkmamış bir roman ve bazı öyküler üzerinden dirildi. Yani aslında ilk roman değil. Attığım taslakların içinden çıkan bir roman. Yazarken üstünde çok durdum. Bitirdikten sonra da tekrar ve tekrar çalıştım. Bazen korkuyordum bazen de tüm hislerimi ve kuşkularımı bir tarafa bırakıyordum. Üstünden zaman geçtikten sonra yine çalıştım. Yani elimden çıkana kadar çok kere düşünüp, yazmayıp, bilerek yazmayıp, ertelediğim de oldu.

Bir yerde Güney Kürdistan’a dair eleştirilerin var. Romanın başında tartıştığın peşmerge de var, sonrasında da askerler var. Bunu açıklar mısın?

Güney Kürdistan’da bir süre yaşadım. İlk başta hoşuma gittiyse de sonra hayatın ve bürokrasinin içinde gördüklerim beni hayal kırıklığına uğrattı. O yüzden romanın o bölümünde peşmergenin Kürdistan’ı beğenmedin mi sorusuna karşı ‘Böyle bir Kürdistan altındaki kapkara ziftle yansın’ diyorum. Çünkü orası çok bedel ödemiş bir yer. Bunca bedel, bunca acı böyle bir avuç bencil için değildi. Bir hanedanlık kuruldu. Oysa peşmerge özgürlük için öldü ve bugün yıkılan özgürlük hayalleri ile topraklarını terk ediyor. Kirli bir sistemin içine giren üniformaların hepsi aynılaşıyor. Bu yüzden “Dünyanın tüm üniformalıları, soyunun!”

Yer yer Latin Amerikalı yazarların romanlarında rastladığımız büyülü gerçekçiliğin izlerini görüyoruz. Kendini söz konusu akıma yakın hissediyor musun?

Bu izlenim için teşekkür ederim. Büyülü gerçeklik her zaman ilgimi çekmiştir. Bu romana bilerek öyle bir üslup katmadım ama bir gün büyülü gerçekliğin baştan sona hakim olduğu bir roman yazmak isterim. Gerek absürt gerekse de büyülü gerçeklikle kendimi izah etmeye çalışıyorum. Günlük hayatımda da böyleyim. Çünkü gerçekten kendimizi izah etmekten bıktık ve artık mizahını yapıyoruz. Kendimizi bir başkasına bir insan ya da bir halk olarak anlatırken, kurduğumuz cümleler aslında büyülü gerçekliği barındırıyor ve çok komik geliyor bana.

Ya da yukardaki soruyu başka biçimde sorayım, kendini bir akıma yakın hissettiğin şairler ve yazarlar kimler?

Kendimi büyük büyük yazarların yanına yazamam, haddim değil ama benimsediğim farklı türden yazarlar var. John Fante ve Samuel Beckett sanırım bunların başında geliyor. James Joyce ve Dostoyevski de en sevdiğim yazarlar arasında. Edgar Alan Poe sık sık dönüp baktığım bir yazar. Şiir ise her zaman ve her şartta yanımda, her daim dönüp dönüp baktığım kendi evim.

Açıkçası yazı içinde yani yazının bulanık dünyasında kendine berrak bir yol açmış yazarlar hep ilgimi çekiyor. Örneğin aklın ötesinde, ucunda belki, Antonin Artaud gibi yazarlar da beni içine çekiyor. Deli yazarları seviyorum. Deliliğini yazıda kullanan yazarlara hayranlık duyuyorum.

Ne kadar sürede yazıldı ViskiRing?

Roman yazma süreci 2 yıla yakın bir süreye denk geldi. Fakat önceki sorularda da dediğim gibi, sık sık yani çıkana kadar da üstüne epey kafa yordum. Sanırım yazıp yayımlamadığım kitaplar da bu romanı, ViskiRing’i yazdı. Onlar da bu sürenin içinde. Yıllarca düşündüm, çok defa yazmaktan kaçındım. Yazıp yazıp attım. Böyle bakınca yaşamım bu kitabı yazmak içinmiş diye düşünüyorum.

Bir gün film olarak izleyebileceğimiz hissine kapıldım okurken. Sence?

Bunu duymak hoşuma gitti, teşekkür ederim. Gelen yorumlar da bu yönde oluyor. Bir taraftan güzel, diğer taraftan da yazı serüvenim için bir handikap koyuyor önüme. Çünkü bazen okuyanın asla hayalinde kuramayacağı kadar farklı bir türde de yazmak istiyorum. Belki de hep bu şekilde yazmaya devam ederim. Yazı serüveni insanı fena halde sürüklüyor ve bu akıntı farklı deneyimlere kapı açtığı için çok cezbedici.

Son olarak ne söylemek istersin?

Öncelikle sorular için size ve Yeni Özgür Politika çalışanlarına teşekkür ederim. Kitabı okuyanlardan gelen yorumlar yeni yazdığım yazılar için motivasyon oluyor. Heyecanımı korumaya çalışıyorum.

Kitaptan bazı alıntılar…
Gardoo. Gordiyan. Geardiyan

* İnsan gençken, her şeyi yapmaya müstahakmış gibi davranır hayata. Kurmak istediği evleri, yıkmak istediği devletleri hayal ederek, bazen mühimmat dolu rüyalardan kan ve barut kokusuyla uyanabilir.

* İnsan sürekli genişler. Ardında bıraktığı, yanından geç tiği, ıskaladığı kahırları ve keyifleri üstlenerek genişler.

* Demişler ki denizi sevenlerin sürüklendiği bir kıyısı, dağları sevenlerin de itildiği bir uçurumu vardır. Arkasına bakmadan düşen kimse kaldı mı?

* Benim işim farklıydı. Nereden baktığına göre ismi değişen bu yerden, nereden baksan her yerde ismi aynı olan yerlere uçmak isteyenlerin biletini kesiyordum. Türkiye, Fransa, Amerika, Ürdün, Kanada, İsviçre. Giden gideneydi…

* Babamı arayıp döneceğimi bildirdiğimde “Bana bir CekDenıs al, litrelik olsun,” dedi. İstek manidardı. Kahrıma mı keyfime mi o viskiyi yudumlayacaktı, belli değildi.

* İstanbul’daki bir arkadaşım bir gazetede bana göre bir iş olduğunu söylemişti. Madem savaşları durduramıyordum, o halde savaş haberlerini düzeltebilirdim.

* Haberleri düzeltmek lazımdı. Cinayeti, tecavüzü, konseri, nükleeri, vahşeti ve vaadi, düzgün bir imlayla, net olarak okutacaktım.

* Gözleriniz kapalıyken gördüğünüz yeri, gözleriniz açıkken göremezsiniz. Nasıl ki bazı yerleri görmek için gözlerimizi açmamız gerekiyorsa bazı yerleri görmek için de gözlerimizi kapatmalıyız.

* Kesinlikle böyle bir şeyi kabul etmiyorum. Yalan, iftira. Saldırı bu. Linç bu. Kumpas kurmuşlar. İtibarsızlaştırmak için asılsız şikâyetler bunlar. Benim hayatım adli değil, bizzat siyasi sayın hanımefendi savcı. Olamaz!

* Bir dönem “hayat müstehcendir” cümlesini gözlük sayıp etrafıma o lafın ardından bakıyordum. Kapılardaki anahtar delikleri, evlerin duvar köşeleri, plazaların, minarelerin ve kiliselerin heybeti, kafelerdeki masa köşeleri, barlardaki sandalyelerin hafızası, giden arabaların tekerlekleri ve kadınların terliklerinde bir şeyler arıyordum. Bir sevişme, bir sürtüşme saklanıyordu her yerde.

* Meşakkatli bir tarih ve beyin incelemesiyle mikroiktidarsız ve makrovasıfsız tek bir cümle buyurdum: Dünyanın tüm üniformalıları, soyunun!

* O gün, paranın, geçmişimden her günü paketlediğini çıldırmış gibi tekrarladım.

* Kendimi kaybetmiştim. Siyasi hayatıma adli bir suikast yapılmıştı.

* Ben o esnada en azından bir karton kurtarırım umuduyla bir şeyler gevelemeye çalışırken askerlerden biri, “Komutanım bir şişe CekDenıs viski de var,” diyerek herkesin stratejisini gözden geçirmesine neden oldu.

* Tecrübe ve yasalar çarpışa çarpışa elimde iki paket sigara, hesabımda 700 dolar, depoda bir litre CekDenıs kalmıştı.

* Devletin kimliğinde yer bulamadı adım. Kısaltmaya gidip Z nokta Ahmet yapmışlar. Yani Zahmet. Devlet işte. Böyle hep zahmet.

* Başını sallayıp, “Ben de siyasiyim aslında,” dedi. Başını önüne eğip sinirle ekledi: “Ama bunlar siyasi demiyor. Benimki kaçak elektrik. O da siyasi. Biliyorsun!”

* Ona dönüp, “Çeto, fotoğrafımı bırakamadığıma üzüldüm,” dedim.

“Yoldaş fotoğraf biriktirmiyorum, gördüklerim yeter,” dedi.

* Hepsi aynıydı. Hepsi cezaeviydi, hepsinde de güller, çiçekler, kaktüsler, katiller, hırsızlar, devrimciler, gaspçılar, tecavüzcüler, soyguncular, çeteler, torbacılar, keşler vardı. Bilumum tüm insanlık tarihi prototipi hapisti.

* Ne kadardır yattığımı söylersem “Dışarıda yediğin midende duruyor tıfıl” diyebilirdi.

“Birkaç haftadır tutukluyum,” dedim.

“Tükürüğün dışarıda daha kurumamış,” diyerek güldü.

Ben de güldüm.

* Cemal’e dönüp, “Hadi bir zafer işareti yapalım. Zafer geldiğinde, biz önceden işaret etmiştik deriz,” dedim.

* Hem hakemdim hem de hâkim. Hâkî ve siyasi rengime aykırı yavşaklıklarla yavaş yavaş lehime yanaşan viskiyi başında iki askerle yola çıkarmıştım.

* Yine de kendimi bildim bileli, gün doğumundan çok gün batımını izlemeyi seviyorum. Hak yerini bulmuş gibi bir vicdan rahatlığıyla nefes alıyorum her gün batımında.

* Askerler ve gardiyanlar onu tutmaya çalıştıkça o bağırıyordu. Nedense bir an elini sırtından kalbine götürdü.

Bağırdı: “Kalbim çalışmıyor!”

* Baş gardiyan geldi. “Siyasi olan kimdi?” diye seslendi. Delilerden biri önüme geçip, “Evet, benim,” dedi heyecanla. Ben de hemen ekledim. “Ben de siyasiyim.”

* Lenin’e benzettiğimin adı Cengiz’di. Üçkâğıtçı ve bir o kadar faşistti.

* Bizimle dalga geçmişlerdi. Gardiyan, gardiyan, diye seslenmeye başladık. Gardoo. Gordiyan. Geardiyan. Kardiyan. Kardinan. Sonra slogan; Gardiyan gardiyan, olmasın sana ziyan.

* Muş’u merak etmiş. “Akşamüstü ambulansla şehir turu yapmak istedim,” dedi gülerek.

* “Sen neden içeri girdin?” diye sordum.

“Gasp,” dedi, duraksayıp ekledi: “Gasp ve cinayet.”

“Sigaran çok sert.”

“Hayat içtiğim sigaralardan daha sert.”

* Rüyalarım elimden alındı. Cezam bu. Hayal etmekle rüya görmek ayrı şeyler. İstediğin kadar hayal kur ama rüya göremiyorsan bu dünyaya ve gerçeğe mahkûmsun demektir.

* Zafer işareti yapıp, “Bu kaç?” diye sordu.

“Kazanmış iki,” dedim.

“Yok. Kazanmış iki değil, saklanmış üç,” dedi kahkahasını patlatarak. Sessizliğine karşı kahkahası insanı hayrete düşürecek kadar gürültülüydü.

* Baş ve işaret parmağını saklayarak diğer parmaklarını kaldırıp sordu yine.

“Ayaklanmış üç,” dedi Sinan.

“Yanlış! Kavuşan iki,” dedi sinirli.

* Sinan elinde üç hapla yanıma gelip tek tek ne işe yaradıklarını söylerken şöyle tanımladı: “Bu zihnimin paketlenmesi için, bu gözlerimin kepengini indiriyor, bu kırmızı olan da susmamı emrediyor. Böylece kimse kimseye karışmıyor, doktorlar ve hemşireler rahat ediyor.”

* Ben başım dik, göğsüm öne çıkık tüm aidiyetimle bekledim. Biliyordum, mevzu benim CekDenıs’tı ve bu üniformalı onu hacılayacaktı. En azından niyeti buydu.

* Yanındakine beni işaret etti hiç bakmadan. “Bunları alıyoruz, içeride besliyoruz. Sonra üç beş ay yatıyorlar, çıkıp hainliğe devam ediyorlar. Hiç beslemeye gerek yok, bir besmele yeter,” dedi.

* Hücrem büyüyordu. Hücremden çıkıyordum. Hücreyi anlatıyordum. Hücreyi yazıyordum. Hücrede deliriyordum. Hücrede kim vurduya gidiyordum. Hücrede eriyordum. Hücrede verem oluyordum. Hücrede kahroluyordum. Hücrede uyumuştum…

* “Ben bir dilekçe yazmak istiyorum. Kâğıdı nerden bulabilirim?” diye sordum.

“Kantine dilekçe yazıp oradan istemelisin,” dedi gülerek.

“Kantine dilekçe yazacak kâğıdı nereden bulabilirim peki?”

“Kantinden satın alacaksın.”

“Dilekçe kâğıdım yok.”

“Kantinden al,” dedi yürümeye başlayarak.

https://justpaste.it/1l0re

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir