18 yaşındayken dağlara yol aldım. Dağlarda 7 arkadaşımla birlikte toprağa düştük. Bizi yaktılar, ne kadar insanlık dışı şey varsa bedenimize onu yaptılar. 2017’de Garzan’da devlet bu kez kepçelerle bize saldırdı. Kemiklerimizi kepçelerle çıkardılar. Ben dört defa öldüm, dört defa da doğdum. Benim hikayem bir ölüm hikayesi değil. Bir yaşam hikayesi.
-I-
Ben Fedakar Turan… 1975 yılında Bitlis’in Tatvan ilçesine bağlı Güzeldere köyünde doğdum. Doğduğum dünya, Kürt’ün adının olmadığı bir dünyaydı. Anadilsiz, adsız, resmiyette var olmayan, dahası varlığı suç sayılan bir halkın çocuğuydum. Lise yıllarımdı. Faili meçhuller, köy yakmalar, toplu katliamlar yaşanıyordu. Kürdistan’da bir yanda ağır bir zulüm, bir yanda da dağlarda bahar çiçekleri açıyordu. Toprak canlanıyor, yer sarsılıyor, 100 yıllık uykudan uyanıyorduk. Kendimizi yeniden keşfediyorduk. Dağların görkemli köyleri, kasabaları, şehirleri sarıyor; serhildanlar yaşanıyor, Newroz anlamına kavuşuyordu. Güneş’ten etkileniyorduk. Yanımızdan yöremizden gençler dağlara doğru yol alıyordu. Dünyaya gözlerini yeni açan çocuklar gibi saftık, hesapsızdık. Bir adımız, bir ülkemiz, bir dünyamız olmalıydı. Bir Güneşimiz varken onun bir de dünyası olmalıydı. Daha bıyıklarım yeni terliyordu. Bu halayda ben de olmalıydım diyordum. 1993 yılında 18 yaşındayken dağlara yol aldım. Nihayet kavuştum, ama çok sürmedi. Dağlarda bir yaşındayken 7 arkadaşımla birlikte toprağa düştük. Bir yıl ama benim için yüzyıl! Bu ilk ölümümdü. Bizi yaktılar, ne kadar insanlık dışı şey varsa bedenimize onu yaptılar. İnsanlık utansın! Biz kül olduk ama küllerimizden de yeniden doğduk. Toprağa karışan ruhum, başka genç kız ve erkekleri buldu, onlarda yeniden yeniden doğup durdum. İlk köyümün toprağına gömüldüm. Başladığım yere gelmiştim. Burada tam 12 yıl yattım. Toprağımı besledim.
-II-
12 yıl sonra, buradan alınıp Bitlis’in Oleka Jor köyü kırsalında bulunan Garzan Mezarlığı’na götürüldüm. Bedenimden bir parçayı köyümde bırakarak oraya gömüldüm. Her seferinde biraz hafifledim, tüy gibi, havada süzülen kuşlar gibi… Yoldaşlarım benim kimsesiz olduğumu düşünüp 2015 yılında buradan alıp Garzan Mezarlığı’na götürmüş. Annem-babam alınmış biraz. Aslında ben yoldaşlarıma kavuşmaktan mutluydum. Yine de anne kucağının hakkı vardır. İki yıl Garzan’da yoldaşlarımla yattım. Birbirimize hikayelerimizi fısıldadık, şarkılar söyledik, şiirler okuduk. Sonra buradan da çıkardılar bizi.
-III-
19 Aralık 2017’de Garzan’da devlet bu kez kepçelerle bize saldırdı. Kemiklerimizi kepçelerle çıkardılar. Bizi poşetlere koyup İstanbul Adli Tıp Kurumu’na götürdüler. Burada ne kadar kaldım bilmiyorum. Sadece her seferinde bir parçamın eksildiğini biliyorum. Sonra bizi plastik kutular içine koyup İstanbul’un Kilyos ilçesinde Kimsesizler Mezarlığı’nda bir kaldırıma gömdüler. Her gün yüzlerce insanın üzerinde yürüdüğü, aşındırdığı kaldırımlara… Beton döktüler üzerimize. Orada nefessiz kaldık. Aklıma “Muhayyel Kürdistan burada metfundur” diyen o karikatür geldi. Sonra da aklıma o karikatüre bir gerçekle yanıt veren ve Ağrı Dağı’na “Hayali sömürgecilik burada metfundur” yazan yoldaşlarım geldi. İçim rahatladı. Sonra buradan kurtuldum. Hiçbir parçamı da bırakmadım.
-IV-
Son olarak tekrar başa döndüm. 14 Aralık’ta doğduğum köye Bitlis’in Tatvan ilçesine bağlı Güzeldere köyüne yeniden gömüldüm. Yani ben dört defa öldüm, dört defa da doğdum. Daha kaç defa doğup ölürüm bilmiyorum. Ama benim hikayem bir ölüm hikayesi değil. Bir yaşam hikayesi. Yaşayanların kalbine bir hayat tomurcuğu ekmek, oradan yeniden yeniden doğmak, Güneşin ülkesinin ‘Fedakar’ bir yaşam işçisi olmak… Güneş’in şiiri son sözlerimdir:
“Dewrêş’e
Sincar Dağları’nda
Dewrêşê Evdî’nin yanında olsaydım!
Beyaz atların sırtında
Musul ovasına dalsaydım!
Dewrêş vurulduğunda
sırtlayıp Kürdistan dağlarına götürseydim!
O’na, bak!
Binlerce Edûlê ve onikiler var deseydim!
Tanrıçaların taht kurduğu bu dağlarda
Rahat uyu deseydim!
Ölüm…
Nerelerden…
ve nasıl gelirse gelsin
Artık gam yeme!
Kesinleşen Kürtlük ve özgür yaşam
Ebedi gerçekliktir deseydim!”
* * *